Yeni iktisat paradigması piyasayı dışlamak mı?

Öner GÜNÇAVDI
Öner GÜNÇAVDI Öner GÜNÇAVDI oner.guncavdi@dunya.com

Hafta başında sevgili hocam Seyfettin Gürsel, DÜNYA Gazetesi’ndeki köşe­sinde güzel bir yazı kaleme aldı. Mevcut si­yasal iktisat paradigmasında ciddi bir deği­şimin eşiğinde olduğumuz yönünde bir id­diada bulundu.

Putin Rusya’sında yaşanan siyasi geliş­melere bakarak, Türkiye’deki gelişmelerin de benzer siyasi sonuçlara yol açacağına inandığını söylüyor değerli hocam.

Siyasi rejimin otoriterleşmesi ile ekono­mi yönetiminin evrileceği yeni durum, bu paradigma değişimine gerekçe oluşturaca­ğı ima ediliyor.

Böyle bir iddiadan, 1980 yılından itiba­ren inşa edilmeye çalışılan ve bu uğurda toplum olarak birçok maliyete katlandığı­mız piyasa mekanizmasının yerine, otori­ter siyasi rejimle uyumlu daha merkezi, da­ha müdahaleci ve piyasa güçlerine çok faz­la hareket alanı tanımayan yeni bir yönetim tarzı konmaya çalışılacağı anlaşılıyor.

Elbette bu bir beklenti.

Şayet gerçekleşirse, bunun, Türkiye’nin yüzyılı aşkın bir süredir içinde bulundu­ğu iktisadi kalkınma mücadelesini bugün geldiği noktanın çok gerisine götüreceği aşikâr.

1,5 yıldır uygulanıyor

Öncelikle Seyfettin Hocamın bu iddiası­nı önemsiyorum ve üzerinde kafa yorulma­sı gerektiğine inanıyorum.

İktidarın 1,5 yıldır uyguladığı programın tek bir amacı vardı. O da ekonomik büyü­meden taviz vermeden enflasyonu düşü­rebilmekti. Yani iktidar, büyümeden fe­dakârlık yapılmadan yaşadığımız krizden çıkmak istedi. O yüzden özel kesimin ve hanehalkının harcamalarını olabildiğince kıstı. Onlardan doğan kaybı ise kamunun harcamaları ile ikame etmek istedi. Büyü­meyi pozitif seviyelerde tutmayı düşünen kamunun harcamalarını finanse etmek ise ekonomi yönetiminin çözmesi gereken bir sorun olarak görüldü.

Dışarıdan gelecek kaynak

Malum olduğu üzere, Türkiye kaynak zengini olan bir ülke değil. İhtiyaç duydu­ğumuz mali kaynakları çalışıp üreterek ve ürettiklerimizi dünyaya satarak temin et­mekten başka seçeneğimiz yok. Bu durum­da vatandaşın refahını azaltmadan kamu­nun bu harcamaların finansmanı ancak dı­şarıdan gelecek yabancı kaynakla mümkün olabilir.

Başlangıçta ekonomi yönetimi bu konu­da iyimserdi. Sonuçsuz kalan birçok yurt dışı seyahat yapıldı dünyanın belli başlı mali merkezlerine. Başarısız birçok top­lantı yapıldı yabancı bankerlerle. Sonunda da hiç de adil olmayan bir şekilde vatanda­şın sırtına yüklenen vergilerle ve sermaye sahiplerine görülmemiş boyutta faizler ve­rerek bu kaynaklar içeriden temin edilme­ye çalışıldı.

Böyle bir büyüme yöntemini sürdürüle­bilir kabul etmek mümkün değil.

Dahası ülke ekonomisindeki kaynak kıt­lığı sebebiyle piyasa dinamiklerinin işle­yiş tarzı da iktidarın görmeyi arzuladığı sonuçları vermedi. Önceleri kurlar ve faiz­ler yükseldi, enflasyon ise iktidarın kamu­oyu nezdindeki algısını etkileyecek şekilde yüksek seviyelere ulaştı. Bu durum muh­telif seçimlerde iktidar aleyhine sonuçlar üretirken, siyasi iktidar ortaya çıkan bu so­nuçlardan haz etmedi. Bu da mali piyasa­larla birlikte, enflasyon ürettiğine inanılan mal piyasalarına kamunun doğrudan mü­dahale etmesine gerekçe oluşturdu

Çok net değil

Şahsen bu tarz müdahalelerin sürdürü­lebilir olduğunu düşünmüyorum. Dahası iktidarın bu müdahalelerinin iktidarın kı­sa dönemde arzu ettiği sonuçları elde et­meye yönelik pragmatizm amaçlı müda­haleler mi, yoksa iktidarın piyasa ve devlet arasında yapmış olduğu tutarlı bir ideolo­jik tercihin ürünü mü olduğu konusu he­nüz çok net değil.

Piyasa mekanizmasını hiçe sayan bu tarz doğrudan müdahalelerle ekonomi yöneti­mi kısa dönemde bir sonuç alıyormuş gibi görülse de orta ve uzun dönemde bu müda­halelerin topluma büyük maliyetleri ola­caktır. Tabi ki bu maliyetleri de vatandaş ödeyecektir.

Şimdi sorulacak soru şu:

Bu maliyetlere vatandaş ne için katlana­caktır?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar