Yeni hareketlilik eskiye dönüşün müjdecisi mi?
Türk dış siyaseti eskiden kolay değişmez, izlenecek çizginin önceden kestirilmesi kolay olurdu. Son yıllarda dış siyasetimize hareketlilik hakim oldu. İktisadi ve siyasi bakımdan güçlenen, bölgesindeki etkisi artan, dünya siyasetinde daha fazla sözü edilen bir ülkenin dış siyasetinin geçmişe göre canlı olması şaşırtıcı olmasa da, Türkiye'nin ne yapacağını kestirmek zorlaştı.
24 Ocak 1980 kararları sonrasında gerçekleşen iktisadi büyümenin Türkiye'yi "tüccar devlet" yaptığı söylenir. 1980'den sonra Türkiye'nin dış siyasetinde iktisadi saiklerin işgal ettiği yer, oynadığı rol tabiatıyla arttı. Türkiye giderek güçlendi, diğerlerinin yardımına ihtiyaç duyan bir ülke olmaktan uzaklaşarak başkalarına destek veren bir ülke konumuna girdi. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle de daha geniş alanda, daha serbest bir siyaset izleme fırsatını yakaladı.
Siyasetimizin ilk safhasında izlediğimiz yol, Batı İttifakı içinde daha özerk siyaset izlemekti. Bu dönemin unutulmaz olayı Amerika'nın Irak'ı işgalinde Türkiye'nin Amerikan silahlı gücüne Türkiye üzerinden geçit vermemesidir. Fakat aynı dönemde Türkiye Avrupa Birliği üyeliğini kazanmak için mücadele etmiş, üyelik müzakerelerine başlamış, Birliğin demokrasi ve insan hakları ölçülerine uymak için yasa ve uygulamalarında değişikliğe gitmiştir.
Daha önce başlamış olmakla birlikte, 2007 seçimlerinden sonra dış siyasetimiz ikinci bir safhaya geçti. Bu safhada Türkiye uluslararası düzene direnen, onun değişmesi gerektiğini savunan, düzenin değişmesini isteyen diğer ülkelerle işbirliği yapan bir konuma geldi. Bu aşamanın en unutulmaz olayı, ülkemizin Brezilya ile birlikte Birleşmiş Milletler güvenlik Konseyi'nde İran'ın nükleer çabalarına karşı ambargo uygulanması kararına karşı oy kullanmasıdır.
Bu oylamada genelde Batılı ülkelere karşı birlikte hareket eden Rusya ve Çin bile ses çıkarmazken, Türkiye'nin çekimserlikten de öteye bir tavır takınması yadırganmıştır. Aynı dönemde, Avrupa Birliği'ne karşı da geçmişe göre daha umursamaz bir tavır sergilenmeye başlamış, "bizi almazsanız siz zarar görürsünüz," türünden bir yaklaşım davranışları yönlendirmeye başlamıştır.
İlginçtir, Libya bu yaklaşımlardan uzaklaşmanın dönüm noktası olmuştur. "NATO'nun Libya ile ne alakası var!" beyanından bir hafta sonra, Türkiye müttefikleriyle aynı çizgiye gelmiş, müdahaleyi desteklemiştir. Suriye rejiminin birkaç defa söz vermesine rağmen herhangi bir reforma yanaşmaması, halkın üzerine silahlı kuvvet sevk etmesi karşısında, başlangıçtaki "Suriye'ye fırsat verelim!" çizgisi kısa sürede "Esat bir an önce gitmelidir!" talebine dönüşmüştür.
Bu hürriyetperverliğin Suudi Arabistan'ı ve Körfez ülkelerini kapsamadığı, bu bakımdan Orta Doğu'da Batılı dostlarımızla farklı bir çizgi izlemediğimiz aşikar. İsrail ile sorunlarımız ise, bu ülke hükümetinin aşırılığı nedeniyle, beğenilmese de anlayışla karşılanıyor. Son günlerde Avrupa Birliği ile de ilişkileri canlandırma, vize güçlükleri, Gümrük Birliği Anlaşması'ndan kaynaklanan sorunlar gibi üzerine gidilirse aşılabilecek sorunları giderme çabaları yoğunlaştı.
Sonuçta, yeni hareketlilik eskiye dönüşün müjdecisi galiba. Bilmem katılır mısınız?