Yeni ekonomi yönetimi (mi), yeni IMF politikaları (mı?)
Bilindiği gibi, hafta sonunda üzerinde çok yazılan çizilen oldukça kapsamlı bir hükümet revizyonu gerçekleştirildi. Ekonomi yönetimi açısından en önemli değişiklikler Nazım Ekren ve Kemal Unakıtan'ın hükümet dışında kalması, Ali Babacan'ın yeniden (ve daha güçlü bir şekilde) ekonomi idaresine getirilmesi ve Mehmet Şimşek'in de Hazine'nin sorumluluğundan Maliye Bakanlığı'nın başına getirilmesi oldu.
Özellikle kamu yönetimi konularında belirli bir birikimi olan bir akademisyen olarak ekonomi bakanlıklarının koordinatörlüğünü üstlenmiş bulunan Nazım Ekren'in hükümet dışında kalması bir kayıptır. Kapsamlı ve çok boyutlu bir kalkınma programı gereksiniminin gün be gün artmakta olduğu bugünlerde böyle bir koordinasyon fonksiyonunun gerekliliği daha da fazla ortaya çıkmaktadır. Belki de, pek çok birimin doğrudan Babacan'a bağlanması ile, kendi konumunun figüranlığa düşebileceği kaygısıyla kendisi hükümette kalmak istememiştir, bilemem doğrusu. Öte yandan, bir kısım medyanın atfettiği gibi Babacan'ın yeniden ekonominin başına gelmesinin otomatik olarak ekonomiyi 2002-2006 arasındaki güzel günlere geri getireceği düşüncesi boş bir hayaldir. Sn. Babacan'ın kendisinin de kabul edeceği gibi, o günkü gelişmeler çok parlak ve yaratıcı bir ekonomi yönetimi sayesinde değil, ağırlıklı olarak dünya ekonomik konjonktürünün son derece olumlu seyretmesinden kaynaklanmaktaydı. Babacan üzerinde "sihirli değnekle işleri düzeltecek" beklentisi yaratılması her şeyden önce kendisine haksızlık olur diye düşünüyorum. Öte yandan, bütün pratik zekasına ve Erdoğan ile olan yakın diyaloğuna rağmen Maliye'de kalıcı reformlara imza atamamış olan Unakıtan'ın yerine gelen tecrübesiz ve bence genel iletişim kanalları daha zayıf olan Sn. Şimşek'in başarılı olması ise çok zor gözüküyor. Esasen, Babacan ve Şimşek'in bu görevlere getirilmesinin IMF ile ilişkilerin daha hızlı ve pürüzsüz gelişmesine yönelik olduğu söylenebilir.
Öte yandan, IMF de, belki kadro olarak değil ama, misyon ve strateji olarak değişim içinde olduğu iddiasında. IMF'nin gelişmekte olan ülkelere yönelik tavsiyeleri her zaman sermaye ve mal hareketlerinin serbestleştirildiği liberalizasyon politikaları, dalgalı kur rejimi ve sıkı maliye ve para politikaları uygulanması şeklinde olmuştur. Halbuki, IMF'nin Uzman Görüşü (Staff Position Report) adı altında yayınladığı yeni raporlarda, imkanlar çerçevesinde para ve maliye politikalarının gevşetilmesini ön gören IMF için aykırı sayılabilecek görüşlere yer verilmektedir. Ayrıca yurtdışı kaynakları zayıflamış bankalara ülke rezervlerinden döviz sağlanması, para politikasında gerektiğinde miktarsal genişlemeye gidilmesi, ve fakir kesimlere doğrudan yardımlarda bulunulması gibi önerilerde bulunmaktadır. (IMF bu yaklaşımları desteklemek için, bilindiği gibi ilk olarak Meksika'ya kullandırılan (Polonya ve Kolombiya'nın da başvuruda bulunduğu) stand-by programına göre şartları çok daha düşük tutulmuş olan Esnek Kredi Hattı (Flexible Credit Line) adı altında yeni bir imkan ihdas etmiştir.) Ancak, detaylara bakınca IMF'nin bu önerilerinde çok da ısrarcı olmadığı görülmekte. Şöyle ki, uygulanacak politikaların ülke parasında değer kaybına yol açacak etkilerine dikkat edilmesi gerektiği, gelişmekte olan ülkelerde maliye politikalarının ekonomi üzerindeki net etkisinin belirsiz olduğu ve orta vadede uygulamaya konulacak kemer sıkıcı politikaların şimdiden planlanması gerektiği gibi konular raporda defalarca vurgulanmaktadır.
Öte yandan, Türkiye'nin Esnek Kredi Hattı değil de, klasik stand-by anlaşması için başvuruda bulunacak olması da ilginçtir. Açıkçası, Türkiye'nin temelde Meksika, Polonya ve özellikle Kolombiya'dan daha zayıf bir ekonomiye sahip olduğu iddia edilemez. Hatta, ödemeler dengesi açısından bakıldığında, IMF projeksiyonlarında bile Türkiye'nin söz konusu ülkelerden daha iyi bir pozisyonda olduğunu söylemek mümkün. Asıl problem, hızla kötüleşen kamu bütçesidir. 2009'da beklenen %5.9'luk bütçe açığı Türkiye'yi kendi grubundaki gelişmekte olan ülkeler arasında Hindistan'dan sonra en zayıf durumdaki ülke konumuna sokmaktadır. Kamu borç stokunun düzeyi olmasa bile, vade yapısı da hâlâ kırılganlık arz etmektedir. Bu şartlar altında, hükümetin kısa süreli bir rezerv artış imkanı yerine, en az 3 yıllık bir süre için kamu açığını takviye etmek amacıyla yüklü bir kaynak arayışına girmesi daha anlaşılabilir olmaktadır. Ancak IMF'nin yüksek montanlı bir stand-by için klasik koşullarından ödün vereceğini hiç zannetmiyorum. Bugüne kadar çeşitli politik baskılar nedeniyle yapılamayan temelde anti-popülist karakterli maliye reformlarının ise bugünün kriz ortamında ve siyaseten daha zayıflamış bir hükümet tarafından devreye sokulması daha da zorlaşmıştır. Bu şartlar altında yüksek montanlı klasik bir stand-by imzalanması sürpriz olur.
Sonuçta ne ekonomi yönetimi yenidir, ne de IMF politikaları fazlaca değişmiştir. Temelde ciddi yapısal problemleri süregelen Türkiye ekonomisinin ise, bu kısıtlar altında, yakın zamanda yüksek ve kalıcı bir büyüme ivmesi yakalaması ise çok zor gözükmektedir.