Yeni dünya ve Nalanda Üniversitesi
Johnson mektubundan sonra dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün ABD'ye rest çekişinin ünlü cümlesi bizim kuşaktan çoğu insanın zihninde canlılığını ve diriliğini korur. "...Yeni bir dünya kurulur, Türkiye'de o dünyada yerini alır !"
Ferid Zakarya'dan Kissinger 'e, Muhtar Kent'den Antony Giddens'e uzanan çok sayıdaki seçkin bilim, siyaset ve iş insanı "uluslararası ilişkilerde odak noktasının Atlantik'ten, Pasifik ve Hint Okyanusu eksenine kayıyor" yargısında birleşiyor.
Türkiye, keşiflerden sonra güç odağı olan Batı ile olan ilişkilerinde, uzun süredir iki kültür arasında "sınır bekçisi" olmanın yarattığı "kültürel önyargıların, eksik ve yanlış algılamaların" ağır bedellerini ödemiştir; ödemeye de devam ediyor.
Eğer yeni bir dünyanın kurulduğuna itirazımız yoksa, ülkemiz geleceğini uygun maliyetlerle inşa edebilmek için, yeni güç merkezleri ile karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini akılcı bir temel üzerinde inşa etmeliyiz. Yeni güç odaklarında önyargıların oluşmaması, yerleşik doğrulardaki ezberin bozulması ve kalıp düşüncelerin kırılması, ciddi bir projeye odaklanmış "ilişki yatırımı" gerektiriyor.
Öyle anlaşılıyor ki, yeni güç odağı olmaya aday olan Asya'da da ülkemizle ilgili tarihin derinliklerindeki bazı olayları ısıtıp piyasaya sunmak isteyenler var. Biz, bir erken uyarı anlayışından yola çıkarak, bu gelişmeler karşısında pozisyon belirlemek zorundayız.
Nalanda Üniversitesi'ni
Türkler mi yıktı?
Bir gazete makalesinde, "Türkler'in 5'inci ve 12'nci yüzyılda Budizmin merkezi olan Nalanda Üniversitesi'ni taş üstüne taş bırakmamacasına yıktı" cümlesini okumuştum.
Yazarın savı ilgimi çekti ama, internet ve başka kaynaklarda ayrıntılı bilgiye erişemedim.
Daha sonra, NPQ Türkiye'nin 2008 yılında yayımlanan cilt:7, sayı:4'de, Singapur'daki Lee Kuan Yem Kamu Siyaseti Okulu Dekanı Kishore Mahbubani, Asya'ya kayan güç merkezini değerlendiren konuşmasının bir yerinde;
"…Nalanda 5'inci yüzyıl ile 12'nci yüzyılda dünyanın en büyük üniversitesi konumundaydı. Türk istilacılar, geride tek bir taş bırakmamacasına onu yok etmeden önce, Çin, Hindistan, Japonya ile Kore'den gelmiş bilginlerin Asya'yı birbirine bağladığı bir mekândı. Batı'nın sahneye çıktığı bir ara fasıldan sonra şimdi, geçmişte kalmış bağlarımızı yeniden keşfediyoruz, o temeller üzerine yeni bir uygarlık inşa ediyoruz" diyordu.
Halit Refiğ, NPQ Türkiye'nin cilt:7, sayı:5'teki "Asya'daki ilişkilerimiz" başlıklı yazında, Asyalı fikir insanlarının Türkiye hakkında düşünce kısırlığından söz ediyor; şu saptamayı yapıyordu:
"Mahbubani'ye göre Türk istilacılar 5'inci yüzyıldan 12'nci yüzyıla kadar dünyanın en büyük üniversitesi olan Nalanda'yı taş üstüne taş bırakmamacasına yok etmişler! Nathan Gardels ile yapılan bu konuşmanın aslında Türklerle bir ilgisi yok. Genelde konu Çin ve Asya'nın gelişmesi üzerine. Ama bilinçaltında neler sıkışmışsa, gayet ilgisiz bir şekilde, Türklerin yerle bir ettiği Nalanda lafı ortaya çıkıyor."
Refiğ, yapılan kazılardan, orada sadece bir Budist mabedin ortadan kalkışından söz ederek, eksik bilgiye dayalı değerlendirme yapıldığı savını ileri sürüyordu.
Tarun Khanna'nin, Milyarlarca Girişimci/ Çin ve Hindistan Geleceği Yeniden Yazıyor adlı kitabı, Türk Henkel Yayınları'nın 24'üncüsü olarak dilimize aktarıldı.
Khanna, Xuanzang'ın 7. yüzyılda Hindistan'ın her yanını dolaştığını, dünyanın en eski üniversitesine sahip olan Nalanda'da birkaç yılını geçirdiğini anlatıyordu. Rahip Xuanzang'ın izlediği yoldan geçen Sun Shuyun anılarını aktardığı Tek Bulut Görmeden Binlerce Mil adlı anılarında, "Xuanzang, aradığı ruhsal ve düşsel yuvayı sonunda bulduğunu anlamıştı" diye yazmıştı. Nalanda Üniversitesi'nin oynadığı merkezi rolü, eğitim-öğretim ciddiyeti ve düzeyini aktararak şu saptamayı yapıyor:
"…Müslüman Türkler'in 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar devam eden saldırıları Hindistan'da Budizm'in ölüm fermanı oldu. İstilacılar, Kuzey Hindistan'da birçok manastır üniversitesini yıktılar ve tanınmış birçok rahibi öldürdüler. 1193'de Müslümanlar, Budizm ve Hindistan'ın kalbi olan Magadha'yı ele geçirdiler. Nalanda'da Budist manastırı tamamen yerle bir edildi."
Gündemimizde yer almalı
Geleceğimizi inşa ederken, sorunlarımızı sadece mal ve hizmet alışverişi üzerine kurulu "ticaret dengesi" üzerinden yürütür; kültürel arka planı unutursak, korkarım ki ilişkilerde büyük bedeller ödemek zorunda kalırız.
Doğu Türkistan-Çin ilişkilerinin hassas dengesi, Pakistan-Hindistan ilişkilerindeki ezeli rekabette bizim "taraf " olduğumuz konular.
Somut, politik ve ekonomik sorunları ele alalım, ama onlar kadar sözel kültürün taşıma aracı olan "masalları" tarayalım "söylenceleri" derleyelim, entelektüel çevrelerin eksik bilgiye dayalı kestirme yargılarını izleyelim ki, doğru yerde doğru pozisyon alabilme şansımız olsun...
Malların, hizmetlerin, insanların akışının ticaretteki önemi kadar, "algılamaların yönetimi" de önemli sorunumuz.
Dışa ve dünyaya açık gelişmemizi etkin biçimde sürdürmek istiyorsak, güncel sorunların ötesinde algılama sorunlarını da yakından izleyen örgütlenmeleri hızla gerçekleştirmeliyiz. Gündemimiz tek boyutlu olmamalı, ilişkilerin organik bütünlüğünü gözetmeli.