Yeni CHP'nin eskisinden farkı

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Geçen yazımızı CHP'nin yeni Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderlik özellikleri taşıyıp taşımadığına ayırmış ve liderlere insanüstü özellikler atfetmenin gereksizliğini vurgulayarak "normal" insanların da yeri geldiğinde kitlelere önderlik edebileceğini söylemiştik. Şimdi Kılıçdaroğlu'nun günlerdir herkesin tartıştığı konuşmaları ve üslubuyla CHP'yi seçmen gözünde tercih edilebilir bir alternatif haline getirip getiremeyeceğine bir bakalım.

2007 seçimlerinden hemen sonra DÜNYA sayfalarında "Bir parti kerhen satın alınır mı?" ve ardından Philip Kotler'den alıntıyla "CHP'nin 10 ölümcül pazarlama günahı!" başlıklı iki yazıda CHP'nin siyasi pazarlama hatalarına değinmiştik. (1)

O yazılarda da sözünü ettiğimiz gibi, politik pazarlamada fiyat veya satın alma yoktur, ama oy verme davranışıyla ortaya çıkan seçmen tercihi "psikolojik satın alma" olarak tarif edilebilir. 2002 seçimlerinde ekonomik istikrar ve yolsuzlukların önlenmesi, 2007 seçimlerinde ise ekonomik istikrarın devamı için oy isteyen AKP'nin karşısına CHP "laiklik" gibi seçmen gözünde "önemli, ama çok da öncelikli olmayan" bir konuyla çıkmıştı. Her iki seçimde de seçmenin beklentisini tam olarak karşılayacak ve onun için değer yaratacak bir "esas teklif" geliştiremediği için, adeta ithal ikameci dönemdeki otomobiller veya beyaz eşyalar gibi "kerhen satın alınan-oy verilen" bir ürün haline gelmişti. Tabii partiye seçim kaybettiren bir diğer önemli neden de lider ve liderin popülaritesiydi. Ayrıca CHP'nin Philip Kotler'in sözünü ettiği 10 ölümcül pazarlama günahının hemen tamamını şu veya bu yönüyle işlediğini de anlatmıştık.

CHP'nin başkanlık koltuğuna henüz oturan Kemal Kılıçdaroğlu'nun partisine getireceği ve seçmene sunacağı yeni değer teklifiyle ilgili elimizde şimdilik kurultay konuşması ve daha sonra yaptığı bir kaç açıklama-konuşmadan başka bir şey yok. Ama bu kadarı bile Kılıçdaroğlu'nun partisini doğru bir yerde konumlayacağı, seçmene de beklediği ve satın almaya hazır olduğu ürünü sunabileceği konusunda güçlü ipuçları veriyor.

Herşeyden önce şunu belirtmemiz gerekiyor. Kılıçdaroğlu partisini olması gerektiği gibi "sol"da ve bir "sosyal demokrat" parti olarak; daha da önemlisi bir "iktidar partisi veya iktidara aday bir parti" olarak konumluyor. Bunun için gerekli ve önceki dönemde ayrılmış kadroları da geri çağırıyor. Bu yeni konumlamanın önemli bir sonucu olarak, yapılan konuşmalar ve açıklamalarda partinin kendi politik dilini geliştirmeye başladığını görüyoruz. Kimilerince "70'lerin solculuğu" olarak nitelendirilse de bu yeni dil, mevcut iktidar partisi ve destekçi grupları tarafından oluşturulan hakim politik dillin dışında yeni kavramları ve vurgularıyla seçmen gözündeki farklılaşmanın en önemli araçlarından biri olmaya aday. Bir başka deyişle CHP'nin yeni lideri, başkalarının kurallarıyla, başkalarının sahasında maça çıkmaktansa kendi kurallarıyla, kendi sahasında ve kendi seyircisinin önünde mücadele etmeyi yeğliyor. Şu ana kadar bunda başarılı olduğunu da söyleyebiliriz. Buradaki maçların kalitesi ve güzelliği elbette seyirci ve taraftar sayısında önemli artışlara neden olacaktır.

Kılıçdaroğlu'nun ikinci önemli farkı rakip partiyi algılayışında ortaya çıkıyor. Önceki dönemde rakibini "dinci" bir parti olarak kabul eden ve bu özelliğe odaklanan politikalar geliştiren CHP, belli ki artık rakibini merkez sağ, muhafazakar ve neoliberal bir parti olarak konumlandırıyor. Ve bu tür partilerin geniş kitlelerde yarattığı memnuniyetsizlikten sonuna kadar yararlanmaya da niyetli görünüyor.

Kılıçtdaroğlu CHP'sinin önemli bir farkı da sanırım "parti içi demokrasiyi getireceğiz" vurgusunda ortaya çıkacak. Toplumdan ve seçmenden kopuk, toplumun ihtiyaçlarına uygun yanıtlar veremeyen, projeler geliştiremeyen CHP'nin yerine, çalışan bir parti örgütüyle, seçmenin düşünce ve isteklerinin partiye taşındığı, hayata dair projelerin üretildiği bir yapı belirginleşecek gibi görünüyor. Burada kısaca Kılıçdaroğlu'nun başarısı, partinin topluma, toplumun da partiye katılacağı bir sürecin hayata geçip geçmemesine bağlı diyebiliriz.

Konunun başka detayları olmakla birlikte en dikkat çekici ve hayati önem taşıyan yönlerinden birinin de "ben değil biz" üslubu olduğunu hemen ekleyelim. ABD seçimlerinden sonra Obama'nın zaferini değerlendirirken "ben" yerine "biz" vurgusunun önemine dikkat çekmiştim. Kılıçdaroğlu da "Artık ben yok, biz varız" derken, hem partinin toplumla birleşmesini, bütünleşmesini işaret ediyor, hem de Başbakan'la taban tabana zıt bir üslubu kullanarak "sol" geleneğe vurgu yapıyor.

Türkiye'de siyaset sahnesi artık ısındı. Bundan sonra daha heyecanlı ve renkli bir yarışa tanıklık edeceğiz. Tabii her şey biraz da yeni CHP'nin güçlü, inandırıcı ve dürüst kadroları sahaya sürebilmesine bağlı.

(1) DÜNYA'nın online arşivinde yer almayan bu yazıların tamamını okumak isteyenler, kullandıkları arama motoruna başlıkları yazarak Portakalonline.com arşivinden yazılara ulaşabilirler.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018