Yeni Çağa Uyum Sağlamak

Dr. Bertan KAYA
Dr. Bertan KAYA YENİ DÜNYADA YÖNETİM [email protected]

Hepimiz içinde bulunduğumuz dönemin farklı olduğunu, yaşamın her zamankinden farklı şekilde aktığını hissediyoruz. Özellikle de son üç senedir, değişim ve dönüşümün bundan önceki dönemlere hiç benzemeyecek şekilde büyük bir hızla yaşandığını görüyoruz. Yıkıcı teknolojiler, küresel ısınma, virüsler, ekonomik ve jeopolitik zorluklar, toplumsal kutuplaşma, gelir adaletsizliği, sürekli artan sorumluluklar derken, çoğumuz ne olduğunu anlayamadan, kendimizi bambaşka bir dünyanın içinde bulduk.

Covid sonrası dönemde, artık bazı şeyleri daha net anlıyoruz. Belli ki dünya epey bir süre böyle olmaya devam edecek. Muğlak, belirsiz, değişken ve oynak… Çoğumuz için, hele de Y kuşağı öncesi kuşaklar için böylesi bir dünyanın içinde çalışmak, üretmek, öğrenmek, öğretmek, mutlu olmak, mutlu etmek, sağlıklı kalmak ve hatta var olabilmek bile zor gözüküyor!

Yeni dönemde dünyada iki farklı grup insan var

Bir tarafta bu değişim dönemine hızla uyum sağlayıp gittikçe dijitalleşen, görünür olmaya çalışan, beğeni ile motive olan, maddi dünyayı önemseyen ve yüzeysel de olsa geniş bir sosyal bağlantı ağının içinde yer alan uyumlu ve yarışmacı kişiler var. Bu kişiler yıkıcı teknolojiler ile ortaya çıkan fırsatların peşinde koşan, yenilikleri cesaretle deneyen, mümkünse kolay yoldan maddi güç sağlamaya odaklı, kişisel markası üzerinde emek veren insanlar. Diğer tarafta bu dünyanın dışında kalan, olan biteni anlayamayan, belirli ölçüde uyum sağlayamayan, görünmek isteyen ama görülmeyen, giderek dijitalleşen dünyanın sosyal ağlarında önemli bir konumu olmayan, kafası karışık, şaşkın, olan biteni izleyen sessiz çoğunluk. Sessiz çoğunluk diyorum, çünkü bu durumdan ne şikayetçiler, ne de diğer grubun içine girme konusunda iddialılar. Kendi mikro evrenleri içinde, kendi düzenleri dahilinde, ellerinden geleni yaparak, bazen umutlu, bazen umutsuzca yaşam mücadelesi veriyorlar.

İlk gruptakiler için sorun yok, onlar bu dönemin gerektirdiği zihin yapısı ve tutumlarına sahipler. Bu dünyanın içinde var olabiliyorlar. Ancak diğer grup, yani sessiz çoğunluk, açıkça dile getirmese de endişe içinde. Yapay zeka gibi yıkıcı teknolojiler ve dijital ortamlar, birinci gruptaki insanların çabaları ile gümbür gümbür bir devrim olarak ortaya çıkarken, diğer grup, yeni bir çağın içinde olduğunu hisseden ancak bu çağa doğru adım atamayanlardan oluşuyor.

Sorun şu ki, değişimi sevmeyen veya değişmek istese de konfor alanında çakılı kalan bu sessiz çoğunluk, oyuna dahil edilemez ise toplumların bir bütün olarak sağlıklı işlev göstermesi mümkün olamayacak. Çünkü bu kitle ne kadar büyükse, gelir ve fırsat eşitsizliği, toplumsal kutuplaşma ve sosyal çatışmalar o kadar büyük olacak. 

Korkulu, endişeli ve hareketsiz bu kitle için iki seçenek var. Ya bu devrimi görmezden gelecekler ve kendilerine oyun alanı kalmayana dek bildikleri gibi yaşamaya devam edecekler, ya da değişimi kucaklayıp, bu oyuna katılıp, kendilerince bir pozisyon alacaklar. Şüphesiz ki, yeni dünya çoğumuz için çok keyifli değil. Gerçek insan ilişkilerinin ve sosyal işbirliğinin yerini bireyselliğe, o bireysellikle yoğurulan dijital kimliklere, yüzeysel sosyal medya ilişkilerine, abartılı gösterişe, maddiyata, acımasız ranta ve her şeyde “en” olmaya bıraktığı bu ruhsuz dönem, her açıdan sorgulanabilir, her şekilde eleştirilebilir. Ancak bu gelişimin dışında kalmak da gelecekte mutsuz veya işlevsiz kalmak anlamına gelebilir ve en önemlisi doğru olmayabilir.

Üçüncü yol

Oysa diğer ikisinden farklı bir yol daha var; hem yapay zeka çağına uyum sağlayacak şekilde değişip, hem de bu çağın beğenmediğimiz yönlerini değiştirmek mümkün!

Bence bu yeni döneminde yapılması gereken insani değerleri, gerçek ilişkileri, samimi duyguları, derin dostlukları, doğayı ve yaşamın gerçek amacı olan mutlak sevgiyi bir tarafa bırakmadan, bu yeni devrimin içinde güçlü şekilde yer almak ve bu yeni dönemin ruhsuz ve soğuk çehresini doğru yönde evirmek. Yeni teknolojiler yıkıcı değil yapıcı şekilde insanlık için kullanılabilir. Örneğin, bir tarafta birinci gruptaki bazı insanlar yıkıcı teknolojileri sadece “kar üretme” amacıyla kullanırken, diğer tarafta yine birinci grupta yer alan başkaları sürdürülebilirlik kaygıları ile teknolojileri çevre, su kaynakları ve sağlığı geliştirme tarafına odaklanabiliyor. Evet şimdilik kar odaklılara göre azınlıktalar ama ikinci gruptan duyarlı ve insani değerler odaklı insanların, birinci gruba geçmesi ile sayıları artabilir ve hatta devrime yön verir hale gelebilirler.

Ama bir sorun var. İkinci gruptaki sessiz çoğunluk bu devrimin içinde olmak için hevesli ve cesaretli değil!

Peynirimi kim kaptı?

Bu noktada aklıma Dr. Spencer Johnson’un “Peynirimi Kim Kaptı” (orijinal adı Who Moved My Cheese) kitabı geliyor. Değişimin kaçınılmaz bir olgu olduğunu ve onu kimliğimizi, özümüzü kaybetmeden cesaretle nasıl kucaklayabileceğimizi anlatan bu kitap, benim bundan seneler önce değişim olgusunu ve onu nasıl karşılamak gerektiğini anlamamı sağlamıştı.

Kitapta yer alan hikayede dört karakter bir labirentte yaşıyor: Sniff ve Scurry adlı iki fare ve Hem ve Haw adlı iki küçük insan. Labirentte peynir arayarak seyahat ederken, yolculuklarının sadece yiyecek bulmak olmadığını, insan doğasını daha iyi anlamak için bir arayış olduğunu anlıyor ve bazı dersler alıyorlar.

Kitap hayatta kendimize konfor alanları oluşturduğumuzu ve bunları bırakmaya hevesli olmadığımızı anlatıyor. Öyle ya senelerce uğraşıp didinip geldiğimiz noktayı, sahip olduğumuz hayatı veya başarıları neden bırakıp, farklı bir noktaya hareket edelim ki! Oysa bu konfor alanı yani olduğumuz yerde saymak bize kaybettiriyor. Değişimi kucaklamak ve konfor alanından çıkmak hayatımızdan keyif almak ve mutlu olmak için kritik önemde. Bunu fark etmek veya fark etsek de harekete geçmek ise oldukça zor.

Kitabın diğer bir mesajı ise, hayatın hep güzellikler getirmeyeceği. Evet, hayat hep güllük gülistanlık değil. Sürekli bir şeyler değişiyor veya kötüleşebiliyor. Hayatın bu yönünü kabul etmek ve o durumdan çıkmaya çaba göstermek ve içsel bir motivasyon geliştirmek, mutluluğu da beraberinde getiriyor. Negatif olayları veya bizi olumsuz etkileyen koşulları kafaya takmadan yeni bir noktaya hareket edebilir olmamız gerekiyor. Zorluklar karşısında yılmamak ve sürekli ileri bakmak bizi yaşadığımız sorunların ve kaygıların içinden çıkartabiliyor. Tıpkı bisiklet sürerken doğru olanın gitmek istediğimiz yere bakarak pedal çevirmek olması gibi.

Kitapta beğendiğim diğer bir mesaj ise yeni bir yöne gitmekte cesur olmak gerektiği. Cesur insanlar, değişime meydan okuyabiliyor. Sessiz kalmak veya kabullenmek yerine, kendine hedefler koyarak cesaretle atılım yapabilenler, kendilerine yeni yollar bulabiliyor. Elbette sürekli hedefleri yakalamak, sürekli başarmak da mümkün değil, ancak hedefe ulaşılamadığında yeni rotalar çizip o yolda kalmak eninde sonunda kazandırıyor.

Değişime ayak uydurabilir, aynı zamanda değişime kendi değerlerimiz ile yön verebiliriz

 Buradan yola çıkarak, şunu söylemek mümkün; içinde bulunduğumuz dönem bize hoş gözükmeyebilir, alıştığımızdan farklı olabilir, buraya uyum sağlamak bize zor gelebilir veya korkutucu olabilir ama her zaman kendi kişiliğimiz, özelliklerimiz ve değerlerimizi kaybetmeden, bu dünya içinde kendimize yeni yollar açabiliriz. Değerlerimizi koruyarak değişebiliriz, değerlerimiz ile değişime yön verebiliriz!

Pek çoğumuz değişimden korkuyoruz. Korkularımızın başında ise insani değerlerimizi, duygularımızı, işe yarar olma durumumuzu kaybetmek yatıyor. Ama böyle olmak zorunda değil. İzlemek yerine sahaya çıkabiliriz. Yedekte beklemek yerine oyuna girebiliriz. Önce değişimi kabullenmek, sonra konfor alanından çıkmaya razı olmak, sonra cesaretle uyum sağlamak ve en son insanlığın yararı için değişime insani dokunuşlarla yön vermek tatmin edici bir hayatın tanımı oluyor.

İlk gruptakilerin cesaret ve adaptasyon becerilerine ek olarak insani değerleri, topluma değer katmayı, doğaya önem vermeyi ve gerçek ilişkilerin önemini öğrenmeleri, ikinci gruptakilerin de değişimi cesaretle kucaklama, adaptasyon ve izlemeyi bırakarak oyuna katılma becerilerini kazanmaları gerekiyor. Bu şekilde insanlık ve yaşam değişimi kucaklayan ve değişimden korkan grupların bir noktada ittifakı ve evrensel değerler üzerinde mutabakatı ile her zaman var olmaya devam edecektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar