Yeni bir küresel programa duyulan gereksinim
Küresel sistemik kriz, mali politikalarda iç siyasi çekişmeler ekseninde, finansal tercihlerde kırılganlıklar boyutunda, parasal gevşetmelerde de hesapsızlıktan darbe yiyor ve beklenenlere yanıt veremiyor. Geçmiş beş yıla rağmen, "elde var bir bile diyemiyoruz". IMF Başkanı Lagarde'ın tabiriyle patinaj yapıyoruz. Aynı yerinde sayma bizde de yaşanıyor. 2009 Kasım'ında yayınladığımız "Küresel Sistemik Krizin Anatomisi" kitabında bir bölümü krizde ulusal ekonomimize ayırıp, uzun uzun kısır döngülerimize değiniyoruz. Almanlar "tek gözlü olmak kör olmaktan iyidir" derler. Oysa dünyada kriz sonrasında yaşananlar, gerçek bir "kör dövüşü" dür. Kör dövüşü, aynı şeyi gerçekleştirenlerin birbirinden habersiz, birbirlerini engelleyecek tarzdaki düzensiz çabaları olarak bilinir. Küresel ekonomide izlenen politikaların yerinde saydığı artık tüm kesimlerce anlaşılır oldu. Birbirinden kopuk politikalar, yüksek sinerji gereksinimi içinde kıvranan sistemik bir krizin üstesinden nasıl gelebilecekti ki. Büyüme enflasyon açmazı, 2007 Ağustos'undan bu yana geçen her gün biraz daha su yüzüne çıkıyor ve derinden yaşanıyor. Ağırlaşan durgunluk ekonomisinin sosyal yüklerini yönetebilmek de bir o kadar zorlaşıyor. Bir tarafta Reinhart Rogoff ve o politika çizgisinde resmeden borç sarmalı, öte yanda büyümeksizin borçlarını ödeyemeyecekleri beş yılda ispatlanmış borç batağı ülkeler. Bunun karşısında da, siyasi baskılarla bütçe açıklarını katlayarak artıran ya da sık sık değişime zorlanan hükümetler. İşte sürecin bir kör döğüşü içinde sürüklenmesine neden olan gelişmeler bunlar.
Dünya yeni bir ekonomik politika birliğine gereksinim duyarken, Türkiye de bu gereksinimden pay almaktan geri durmuyor. Krizde Türkiye'yi köşeye sıkıştıran üç temel kaçınılmazı vardı: 1. Olmazsa olmazları 2. Yapısal çıkmazları ve 3. Vurdumduymazları. Olmazsa olmazları; yılda 240,000 GWh enerji talebi ve bunun karşısındaki 57,058 MW kurulu güçle oluşan enerji açığına, %44 doğalgaz santraliyle üretim yanıtı veriyor olmaktır. Buna ısınma ve ulaşım da eklendiğinde, cari açığın 45-55 milyar USD kısmını enerji ithalatı üstlenir. Yapısal açmazlarını tetikleyense; rüzgar, güneş, toprak kaynaklı yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretememek ya da nükleer santral yatırımlarına bugün sebat edememek gerçekleridir. Yenilenebilir enerji kaynakları sürekli enerji kaynakları değildir ancak, ucuz ve geleceğimizi güvence alabilecek, sağlam enerji çeşitleridir. Bu noktada, sahip olduğumuz zenginliklerin kıymetini iyi bilmek gerek. Sürekli enerji gereksinimi; ülkeleri nükleer, HES ya da doğalgaza zorlar. Biz, bataklıkta çırpındıkça batıracak yöntemi tercih ederiz burada; doğalgaz deriz. Son olarak da vurdumduymazlara değinelim; Bu durum da Ayasofya'da dilenip, Sultanahmet'te hibe etmektir. Bu nasıl olur diyeceksiniz? Dışardan borçlanarak.
Şu güncel rakamlarımıza bir bakalım: 13 Mart "Hisse Senedi, DIBS, Eurobond ve Mevduat" toplamından oluşan sıcak para büyüklüğü 168.3 milyar dolar, 13 Şubat 158.7 oysa 2003'te sadece 16.9 milyar dolar. Merkez Bankası 2 Mayıs "toplam rezervleri" 135.2 milyar dolar. Haftalık artış 3.4 milyar dolar. Reel kesim Şubat net döviz pozisyon açığı, 145.9 milyar dolar. 2003-2013 dönemi "reel kesim net döviz pozisyon açığı" yıllık ağırlıklı ortalama artışı %22.9. Rakamlar, küresel sıcak paranın FED, ECB ve BOJ kaynaklarından pompalandığını ve buna karşın bize girmekte olan sıcak paranın tereddütsüz hızla arttığını ifade ediyor. Öte yandan özel sektörün de düşük faiz ortamının çekici finansman olanaklarını sonuna dek kullanmakta olduğunu, bunun karşısındaki kamu finansman ayağınınsa boş durmayıp; Merkez Bankası'nın artan rezervleriyle sabit, maliyetine rağmen kur riskinden korumaya çalıştığını kaydediyoruz. Sadece bu üç kırılgan fay hattımız dahi, yeni bir ekonomik programa ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu ispatlamaya yetmiyor mu sizce?