Yeni bir borç krizine doğru mu?

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

PROF. DR. NURETTİN BİLİCİ - Çankaya Üniversitesi

Bilindiği üzere ölçüsüz alınan borçlar Osmanlı İmparatorluğu’nun batmasının en büyük nedenlerinden biridir. Türkiye Cumhuriyeti bu acı tecrübeden ders almamış, ölçüsüz borçlanmaya devam etmiştir. Borç sorunu Atatürk’ün vefatından sonra, yirmi yılda bir yaşanan ekonomik krizlerin de en büyük nedeni olmuştur. Bu krizler, aynı zamanda, krize sebep olan siyasi iktidarları da koltuğundan etmiştir.

■ 1958: Menderes Hükümeti borç krizi,

■ 1978: Demirel Hükümeti borç krizi,

■ 2001: Bülent Ecevit Hükümeti borç krizi.

1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti döneminde borç alınmaya başlanır. 1958 yılına gelindiğinde dış borçların tutarı 256 milyon doları bulmuştur. Borçların iadesinde sıkıntı yaşanır… Sorun TL’nin devalüasyonunu zorunlu kılar. 4 Ağustos 1958 tarihinde moratoryuma gidilmek zorunda kalınır ve TL %221 oranında devalüe edilir. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kapısı çalınır. IMF ile ilk stand-by1 anlaşması yapılır (1 Ocak 1961) ve yeni borçlar alınır.
Türkiye’nin 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcu, 1977 yılında 10 milyar dolara çıkar. Ve 1978 krizi patlar. (Demirel Hükümeti Borç Krizi) 21 Eylül 1977-24 Ocak 1980 arası dönemde (Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit hükümetleri tarafından) TL toplamda %166.2 oranında devalüe edilir.

1980 yılında 17.4 milyar dolar olan dış borç stoku 1999 başında 103 milyar dolara yükselir. Aralık 1999’da hükümet IMF ile standby anlaşması imzalamak için başvurmak zorunda kalır.2 Toplam dış borç stoku 114.3 milyar doları bulur. 2000 yılına gelindiğinde sıkıntılar artar. Dış ticaret açıkları çığırından çıkar. 19 Şubat 2001’de Başbakan Bülent Ecevit’in devlet yönetiminde “kriz var” açıklamasıyla kriz patlar. (Kara Çarşamba) Yaşanacak olan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük krizidir. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlar. Gecelik faizler %6200’e kadar tırmanır. Sıcak para kaçmaya başlar. Döviz azlığı, TL’nin %40 civarında devalüasyonuna sebep olur. (Bülent Ecevit Hükümeti Borç Krizi) Türkiye Kemal Derviş yönetiminde IMF’nin ve Dünya Bankası’nın kontrolüne girer. 18. Stand-By Anlaşması’nın sona ermesinden önce Ocak 2005’te 19. Stand-By anlaşması imzalanır.

Borç krizleri, iktidarları yerinden ederek yönetim değişikliğine yol açmıştır. İlk iki krizde iktidar, ihtilal (müdahale) yoluyla askerlerin eline geçmiştir. Üçüncüsünün ardından yapılan seçimlerde ise krize sebep olan partiler (DSP, ANAP, MHP) yenilgiye uğramış ve baraj altında kalmışlardır. Onların yerine yeni söylemlerle ortaya çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelmiştir.

Şimdi dış borçlar 430 milyar dolara yükselmiştir. 130’u kamu 300’ü özel sektör borcu. Özel sektör borçlarının önemli bir kısmı devlet garantisi ile alınıp kullanıldı. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında dış borçlarımızın tutarı 129 milyar dolar idi.

Yüksek cari açıkların önünün alınamamasının da etkisiyle TL Eylül 2013-Eylül 2016 arasında geçen 3 yıllık süre içinde %50 değer kaybederek 2 TL’den 3 TL’ye çıkmıştır. TL’nin değer kaybı devam etmektedir. İç çalkantıların artmasına ilave olarak Türkiye’nin Orta Doğu sorununun içine dahil olması riskleri artırmıştır. Bunlara ilave olarak ABD’deki yeni yönetimin korumacı politikaları, son 10 yıldır görülen ve bizim gibi ülkelerin yararlandığı “bol dolar dönemi”nin sona erdiğini göstermektedir. Ülkemizden ciddi tutarlarda döviz çıkışları yaşanmaktadır. Tüm bu gelişmeler 2013 yılında 823 milyar dolara çıkan milli gelirimizin bugün 600 milyar doların altına inmesine sebep olmuştur.

Türkiye; Osmanlı’nın başına gelenin ve 1958, 1978, 2000 yıllarında yaşananların benzeri bir tabloyla karşı karşıyadır: El kesesinden alınan paraları tüketime harcayarak gününü gün etmek… Tüketim çılgınlığımızın en önemli göstergesi, 2002’den bu yana kullandığımız otomobil sayısının 2-3 kat artmasıdır. Burada Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın sözleri geliyor aklımıza: “Her ferdi, hatta her toplumu hoşlandığı yem ile avlarlar.”

Şimdi kapıya dayanan kriz…

(1) “Stand-by” kelimesinin Türkçe karşılığı sözlükte; “beklemek, yanında durmak, bırakmamak, uyku modu...” şeklinde verilmiştir.

Bundan sonra krizler oldukça (para ihtiyacı doğdukça) IMF’nin kapısını çalmak bir adet haline gelecektir. Günümüze kadar IMF ile yapılan standby anlaşmalarının sayısı 19’u bulmuş, bu anlaşmalarla IMF’den 50 milyar doların üstünde kaynak sağlanmıştır. (2) Bu, uygulaması 4 Şubat 2002’de başlayan 18. Stand-by Anlaşması’dır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar