Yeni anayasada diyanetin statüsü mutlaka ele alınmalıdır
Diyanet İşleri Başkanımız da kırmızı çizgiler ilan etmeye başladı. Başkanımıza göre cem evlerinin ibadethane kabul edilmesi Diyanet’in kırmızı çizgisiymiş, İslam’da tek ibadethane olurmuş, o da camilermiş. Aslında başkanımızı eleştirmeye hakkımız yok çünkü mensubu olduğu ve kurumsal temsille görevlendirildiği mezhebin itikadı bakımından durum kendisinin ifade buyurdukları gibidir. Sorun da zaten bu. Anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olduğu dile getirilse de, devletin kurumsal yapısında özünde Sünni-Hanefi olan Diyanet İşleri’nin yer alması, toplumdaki bütün Müslümanları temsil ettiğinin kabulü, ondan görüş alınması tam bir ilkesel çelişkidir. Görevini Sünni-Hanefi mezhebini temsil etmek olarak gören ve kendi kurumsal çıkarlarını korumaya çalışan bir devlet kurumuna, “cem evleri ibadethane midir” diye sorduğunuzda “değildir, onlar kültür merkezleridir” dışında ne cevap beklersiniz?
Diyanet’in bir devlet kurumu olmasının altında tarihimizden gelen anlayışlar, uygulamalar ve gelenekler yatıyor. Yönetim geleneğimizde din ve devlet iki ayrı yapı olarak örgütlenmiş değil. Devlet toplumun din işlerini de düzenleyen, destekleyen bir yapı. Bundan amaç sadece toplumun dini ihtiyaçlarını karşılamak değil, aynı zamanda dini alanı denetim altında tutmak, devlete karşı özerk bir alana dönüşmesini engellemek. Nitekim Osmanlı’da Şeyhülislam, padişahın göreve atadığı ve azlettiği bir devlet memuru olarak görülmüş, hatta aralarında yanlış bilmiyorsam “kellesi vurulanlar olmuştur.” Ancak Osmanlı laik bir devlet değil, devletin resmi bir dini var, padişah da halife; diğer mezhepler sapkınlık olarak görülüyor, baskı altında tutuluyor.
Dinin devlet dışında yeterince örgütlenmemiş olması, laik cumhuriyete geçilince her zaman bir sorun olmuştur. Devlet, dini denetim altında tutma ve devletin işlerine destek kılma alışkanlığını korumuştur. Düşünün ki, Cuma vaazları bile yakın zamana kadar merkezden hazırlanarak devlet memuru olan vaizlere dağıtılmakta idi. Özetle, Cumhuriyet de Osmanlı’dan gelen düzeni korumuş, ondan yararlanmıştır. Demokratik, laik hukuk devletiyle mevcut yapılaşmanın çelişkileri görmezlikten gelinmiş, topluma resmi destekli din egemen kılınmak istenmiş, bütçeden sadece bir mezhebi temsil eden bir kuruluşa tahsisat verilmiştir.
Son yıllarda mevcut düzenlemenin demokrasiye ve laiklik ilkesine uygun olmadığı, toplumdaki birçok inanç türünü dışladığı, onları baskı altına aldığı, görmezlikten geldiği iyice belli olmuştur. Yeni anayasa yapılırken, herkesin kendi dini tercihini kendisinin belirlemesini, kendi ibadethanesine gitmesini, çocuklarının kendi dinini öğrenmesini sağlayan bir yapının kurulması üzerinde de çalışılmalıdır. Herkesin dinini özgürce yaşayabileceği bir Türkiye’nin iç barışı daha güçlü olacaktır. Yeni anayasada Diyanetin statüsü mutlaka ele alınmalı, düzeltilmelidir.