Yeni amaç durumu idare edebilmek

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Dünya ekonomisinde refahı ve geliri kendiliğinden eşitleyen ya da en azından dengeleyen bir mekanizma olmadığına göre her ülkenin kendi özel koşullarına ve sorunlarına uyarlanmış bir yol haritasına ihtiyacı var. Aksi, kendini akıntıya bırakma ve sürüklenme anlamına gelir. Bizim bu konuda maalesef oldum olası irade ve kararlılık noksanından kaynaklanan bir zaafımız var. En fazla umutlandığımız 80'lerde ve 2000'lerde dahi heyecan yaratan birkaç adım kalıcı ve kapsamlı bir dönüşüm programına dönüşemedi, erken bir reform yorgunluğu görüntüsü veren bir rehavet ve kayıtsızlık ortamına geri döndük. Bütün bu hız kesmelerin ya da havlu atmaların gerisinde toplumsal dinamiklerin ve kurumsal kapasitenin yetersizliğinin, bu değişiklerde sıçrama yaratma işlevini taşıması gereken (kamusal ve özel) yönetici elitin kolaycı ve popülist bir tavırla bunları veri kabul etmesinin bulunduğunu düşündüğümüzü daha önce de belirtmiştik. Çünkü önüne çıkan hiçbir temel yapısal soruna değmeden sadece konjonktürü yönetmeye ve dış koşullardaki fırsatlardan yararlanmaya çalışan bir yaklaşımla sadece durumu idare etmek mümkün oluyor, gerçek bir başarı hikayesi yaratmak değil.

Uzayan seçim konjonktürünün hasarı

Üstelik son iki yıldır durumu idare etme şansımızı da riske sokacak ölçüde kendi kısır çekişmelerimize gömülmüş durumdayız, işin kötüsü bundan mazoşist bir zevk almaya başladığımızı gösteren belirtiler de artıyor. Zaten, daha önce de uzun uzun açıklamaya çalıştığımız gibi, kurumsal yapının zayıflığı nedeniyle toplumun kaderini tümüyle seçilenlerin öngörülemeyen basiretine ve ferasetine bağımlı kılan, bu itibarla Rus ruletine dönüşen demokratik sürecin ve seçimlerin bu açılardan bir yardımı olmasını değil, çok daha temel bir ihtiyacı, toplumsal huzuru ve barışı sağlamasını beklemek durumundayız. Yani iki yıldır yaşadığımız seçim atmosferi, durumu idare etme yeteneğimizi de yitirmemek için gösterilen bir çabaya dönüştü. Tabir caizse şu andaki pozisyonumuz, hamle yapmak şöyle dursun, konjonktürü yönetebildiğimiz mevcut konumumuzdan geriye düşmemek noktasında gibi görünüyor.Gerçekten de, bir yandan geçen hafta Mehmet Şimşek'in de belirttiği gibi, elimizde kalan tek çıpa olan mali disiplinin seçimlerde oy toplamaya yönelik harcama vaatleri yarışıyla zarar görmesi ihtimali var, bir yandan da aylardır “bekle gör” tutumu izleyen değerlendirme şirketlerinin kredi notumuzu indirme riski söz konusu. Bunların ikisi de gerçekleşirse, konjonktürü yönetme yani durumu idare etme yeteneğimiz ciddi ölçüde hasar görecek. Neyse ki son anda geçtiğimiz dönemin konjonktür dengelerini koruyan yönetici ekibi yani Babacan-Şimşek ikilisi aday listelerine kondu da, seçim sonrasında ister tek başına ister koalisyonun büyük ortağı olarak iktidara gelmesi muhtemel kadronun bu bakımdan tehlikeli maceralara yelken açma tehlikesi hafifledi. Kısaca, dönüşüm ve sıçrama gibi hayallerimizi bir başka bahara ertelemekten, dualarımızı durumu idare edecek basireti yitirmemeye yoğunlaştırmaktan başka çaremiz bulunmuyor.

Artık öncelikler farklı

Seçim sonrasındaki önceliklerimiz arasında da reformların ve dönüşüm programının yer almayacağı belli. İyimser bir ihtimal ile hükümet kuruluşu yıl sonuna kadar tamamlansa ve ekonomi yönetiminde ihtiyatlı çizgi korunsa bile, kaynak çıkışını durdurmak ve yeni kaynak girişini özendirmek için ilk hedefin döviz kurlarında oynaklığın (volatilitenin) önlenmesi ve Türkiye'yi diğer piyasalara oranla cazip kılacak bir getiri sağlayacak rasyonel faiz politikası izlenmesi gerekiyor. Ülkenin sanayi yapısı ve ürün yelpazesinin niteliği değişmedikçe, bu önceliğin gözardı edilmesi hem belirsizliğin sürüp gitmesine ve yatırımcı güveninin daha da düşmesine, ayrıca enflasyonun iyice azmasına yol açacak.Döviz kurlarında sürekli artış beklentisi yerleşirse bunun iki boyutlu tehlikesi var: Birincisi hem fon akımları hem de ticaret hacimleri daralır ki bu durum Türkiye için çifte olumsuzluk demektir. İkincisi hem sermaye dışarı kaçmaya başlar, hem de üretimin niteliksiz hizmetlere ve inşaata yoğunlaşması nedeniyle nitelikli işgücü. Bu sonuçların hepsi Türkiye'yi bulunduğu yerden geriye götürecek, yakın gelecekte hamle yapma şansını azaltacak gelişmeler...

Sadece kamu yönetimi değil, sivil toplum ve medya olarak ta kaçınılması gereken bir başka eğilim, bizi ve diğer ülkeleri değerlendirirken algı yanılsamalarına yol açan, dolayısıyla doğru politikalar geliştirilmesini önleyen ve yersiz rehavet hissi veren çarpık karşılaştırmalardan kaçınılması. Durumuna çok üzülüp neredeyse yardım etmeye niyetlendiğimiz Yunanistan'da kişi başı milli gelirin bizim iki katımızdan fazla ve 22000 dolar olduğunu, yaşam süresi-bebek ölümü gibi sağlık, kitap sayısı-internet kullanımı gibi kültür göstergelerinin de bizden daha iyi olduğunu unutuyoruz. Son zamanlarda Avrupa ülkelerinin başta Suriyeliler olmak üzere mültecilere karşı tutumunu haklı olarak eleştirirken, bizdeki milyonlarca mülteciyi sadece gurur vesilesi yapıp bunun ileride ne tür sorunlar yaratacağını düşünmekten ve bunun için politika tasarlamaktan kaçınmamız da başka bir örnek. Geleceği inşa etmeye niyetliysek, bunun yolunun gerçekçilikten geçtiğini akılda çıkarmamalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019