Yazık!

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

 

Tarih 13 Ekim 1972, günlerden cuma. Uruguay Hava Kuvvetleri'ne ait bir uçak, Montevideo şehrindeki bir rugby takımını, And Dağları üstünden geçen bir uçuşla Şili'nin Santiago şehrine, maça götürmektedir. Hava koşulları son derece olumsuzdur, buna bir de pilotun yaptığı ölümcül hata eklenir. Pilot, hala And Dağları üstünde seyretmesine rağmen alçalmaya başlar ve uçak 4 bin 200 metre yükseklikteki bir tepeye çarpar. Kanatları kopan uçağın gövdesinde büyük bir delik açılır. Kırk beş yolcudan on ikisi kaza sırasında, beşi ertesi sabah, biri de yaralarının etkisiyle sekizinci gün ölür. Daha sonra düşen bir çığ da sekiz gencin ölümüne yol açar.

Üç ülke ortaklaşa arama çalışmalarına başlar. Uçağın rengi beyazdır, havadan görülmesi neredeyse olanaksızdır. Umutlar her geçen gün tükenir ve on iki gün sürdürülen aramalara son verilir. Kurtulan gençler, uçaktaki küçük bir radyodan arama çalışmalarına son verildiğini öğrenince iyice yıkılırlar. Müthiş soğukta bir de yiyeceksiz durumdadırlar. Bir yol ayrımına gelirler; ya açlıktan ölecekler ya da ölen arkadaşlarını yiyeceklerdir. Bazıları arkadaşlarını yemeyi reddeder ve açlıktan ölür.

Orada kaldıkları sürece kesinlikle öleceklerini gören üç genç, uçağın parçalarından donmalarını önleyecek giysi ve karda batmalarına engel olacak ayakkabı benzeri ekipmanlar hazırlayarak yardım bulmak üzere yola çıkarlar. Medeniyete çok yakın olduklarını düşünmektedirler. Yanıldıklarını kısa sürede anlarlar, ama denemek zorundadırlar. Defalarca ölüm tehlikesi atlattıktan sonra nihayet kendilerini kurtaracak birine rastlarlar ve uçakta mahsur kalanlar da bu sayede kurtarılır.

Kaza 13 Ekim'de olmuş, iki buçuk aya yakın bir zaman geçtikten sonra 23 Aralık'ta on altı kişi kurtulmuş, kırk beş yolcunun yirmi dokuzu hayatını kaybetmiştir.

Bu inanılmaz kurtulma macerası ve orada yaşananlar kitap haline getirildi, filmi de çekildi. And Dağları'nın doruklarında, insanın kanını donduran bir dram yaşanmıştı.

Enkazına ulaşma zorluğu yaşanan her uçak ya da helikopter kazası And Dağları'ndaki bu kazayı hatırlatıyor. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri taşıyan helikopterle ilgili kazada olduğu gibi. Helikopterin niye düştüğünü tabii ki bilemeyiz, şu aşamada zaten önemli olan o değil. Devlet seferber olmuş düşen bir helikopteri arıyor; bölge de üç aşağı beş yukarı belli, ama sonuç yok. Asker, sivil savunma ekipleri, partililer, köylüler, orman çalışanları; herkes gayret gösteriyor ama helikopter bulunamıyor.

İçişleri Bakanı Atalay, helikopterden herhangi bir sinyal alınamadığını söylüyor. Helikopterde sinyal yayan cihaz hiç mi yoktu, vardı da kaza sonrasında mı sinyal göndermez hale geldi, belli değil. Bir görüşe göre de klasik anlamda bir yere çakılma söz konusu olmadığı için o cihaz devreye girmiyor ve sinyal göndermiyor.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, bir parti genel başkanının içinde bulunduğu helikopterin enkazına ulaşabilmek için tüm olanaklarını seferber ediyor, ama aradan yirmi dört saat geçtiği halde sonuç alamıyor.

Daha iki ay önce Uludağ'da kaybolan üniversite öğrencisi bir genç de iki adımlık yolda bulunamadığı için donarak ölmemiş miydi?

Trafik kazası haberlerinde "kurtarma rezaleti" ya da "aman kurtarmayın daha iyi" şeklinde değerlendirmeleri de sık sık okuyoruz. Çünkü kurtarma nedir, bilmiyoruz; kurtaracağız derken yaralıya daha çok zarar veriyoruz.

Büyük devlet olmanın ölçüsü ne milli gelirinizin kaç milyar dolara ulaştığı, ne kişi başına gelirinizin ne olduğu, ne ihracatınız  düzeyi, ne kaç kilometre yol yaptığınız, ne şehirlerinizdeki metronun uzunluğu…

Başına bir iş geldiğinde vatandaşınızın yanında olabiliyor, ona yardım edebiliyor, özetle vatandaşınızı yaşatabiliyor musunuz, siz ona bakın!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar