Yaz sonunda sorun yumağı
Neredeyse yazın sonuna geldik. Tatil ve dinlenme faslı kapanmak üzere. Yaşamın tembel, keyifli ve tatlı yönü sonlanıyor ama tatsız yönünde pek fazla bir değişme yok. Sorunlar olduğu yerde duruyor. Böylesi belki istisna sayılır ama sanki yaz içinde sorunlar biraz daha da arttı gibi. Söz konusu sorunların sadece küçük bir parçası yerel sayılır. Uzun bir süredir temel sorunların da küreselleştiği bir dinamik içinde sürüyor yaşam. Bu yaz için de bu geçerli. Nedir bu sorunlar diye düşünmeye başlayınca bunların neredeyse tamamının küresel kimlik taşıdığını görüyoruz.
Yaz başından bu yana varlığını sürdüren en önemli ekonomik sorun büyüyememe sıkıntısı. Uzunca bir süredir gelişmiş, gelişen tüm ülkelerde büyüme uzun dönemli trendlerin altında kalıyor. Büyüyememe sıkıntısından kastımız bu. Yaz öncesinde önemli de sorun olarak tanımlanan bu durum yaz biterken de devam ediyor. Hoş son birkaç günde ABD ve Avrupa’dan daha ümit var haberler geliyor. Yine de ABD neyse ama Avrupa’nın büyüme temposu hala olumlu olmanın uzağında.
Sorunların başına büyüme sıkıntısını koymamın nedeni var. Büyüyememe uzun süredir devam eden bir başka sorunun da üstüne yansıyor. Uzun zamandır devam eden sorun büyüyemeyen ekonomileri canlandırma meselesi. Düşük faiz bu canlandırma işinin belki de en önemli itici güçlerinden birisi. Büyüme cansız olduğu sürece faizi yükseltme olasılığı kısıtlı. Faizi yükselterek zaten büyüyemeyen ekonomiyi boğmaya kalkmak yanlış olur diye düşüneler hala çoğunlukta. Dolayısıyla, yaz sonuna sarkan büyüyememe sorunu merkez bankalarının, özellikle de FED’in, faiz yükseltme olasılığını kısıtlıyor. Malum FED uzun süredir bu mesele hakkında bayağı bir kekeme. Geçenlerde yapılan Wyoming toplantısında sanki daha net konuşulmaya başlanmış gibi görünüyor ama siz kafayı takmayın FED’in faiz artırımı büyük olasılıkla kışa sarkacak gibi görünüyor.
Faizin düşük kalması, hatta bir çok yerde negatif düzeylerde sürüklenmiş olması iki sorunu daha gündeme taşıyor. Birisi, bu denli düşük faizde dahi canlanmakta zorluk çeken ekonomilerin büyüyememe sorununun nasıl çözüleceği meselesi. Başından beri sanki ayıp bir konuymuş gibi konuşulmaktan kaçınılan bu konunun yaz sonunda daha bir ısınmaya başladığı görülüyor. Ayıp muamelesi yapılan mesele ekonomilerin canlandırılmasında kamu maliyesinin imkanlarının kullanılması. Yaz biterken işin bu yanı daha bir sıklıkla konuşulur oldu. Önümüzdeki kış aylarında kamu maliyesine dönük bu utangaçlıktan yavaşça uzaklaşıldığını görürseniz şaşırmayın. Düşük faiz belki büyümeyi canlandırmaya yetmiyor ama özellikle orta boy gelişmekte olan ülkelere sermaye akışını sağlayarak bunlarda büyümenin negatif trende gerilemesini, dolayısıyla zaten büyüyemeyen gelişmişleri daha da aşağıya çekmesini de engelliyor. Faiz farklarının uyardığı “carry trade” dediğimiz sermaye hareketi ve bunun yarattığı dinamikten söz ediyoruz. Aslında ilk bakışta olumlu gibi görünen bu dinamik pek de masum değil. Sermaye genellikle faiz düzeyleri görece yüksek olan gelişmekte olan ekonomilere portföy yatırımı şeklinde akıyor. Bu huysuz ve ikircikli bir sermaye. Gelirken ulusal paraları aşırı değerleyerek ciddi ticaret dengesizliklerine yol açıyor, gittiği zaman da ulusal paraların büyük ölçüde değer kaybetmesine neden olarak göreli fakirleşme yaratıyor. Küresel dünyanın önemli bir sorunu bu. Yaz öncesinde etkili olan riskten kaçma eğilimi portföy yatırımlarını yavaşlatmıştı ama son haftalarda risk iştahının artmasıyla birlikte sermaye girişleri yoğunlaştı. Önümüzdeki süreçte bu dönüşün sonuçlarını yaşayacağız.
Dikkatli gözlemciler bu sorunlar yumağının aynen bizde de yaşandığını saptamış olmalılar. Bizde de ekonomi uzun dönemli trendinin altında bir hızla büyüyor. Büyüyemiyor yani. Bizde ulusal risk ve enflasyon düzeyinin hala yüksek olması faizin düşürülmesi imkanını sınırlıyor. Riske göre düzeltilmiş faiz farkı sermaye girişini kışkırttığı ölçüde ekonomiye kaynak giriyor. Bu süreçte Türk lirası değerleniyor. Dış açık büyüyor. Bozulan denge gidilen yoldan geri dönülmesini gerektiriyor. Bu sene de böyle oldu. Yaz öncesi Türkiye riskinden kaçma eğilimi yüksek ve sermaye girişi görece yavaştı. Yaz içinde girişler hızlandı. İşin garip yanı içeride ve dışarıda sıcak çatışmaların başladığı, yani ülke riskinin tavan yaptığı koşullarda gerçekleşti bu hızlı giriş. Riskin artmasına rağmen finansal göstergelerde bozulma olmasını yükselen risk iştahı ve hızlanan sermaye girişi engelledi gibi görünüyor. Bu çelişik bir gelişme. Bu sürecin tatmin edici bir açıklamasına da henüz rastlamadım. Ama bunun da yazın pişen kışın yenen sorunlardan birisi olduğunu düşünüyorum.