Yaz sonrasına hazırlık sürüyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bütün göstergeler ve araştırmalar, küresel krizin Türkiye ekonomisine verdiği hasarın, sıkıştırılmış bir halde 2009 yılı performansı üzerinde yoğunlaşacağını gösteriyor. Gerek IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşların tahminlerinden, gerekse hükümetin teyidinden bu yılın sonunda ekonominin yüzde 5 ila 6 oranında daralacağı anlaşılıyor. Şimdi bütün sorun, hasarı bununla sınırlı tutmak ve 2010'dan itibaren kalıcı büyüme rotasına yeniden yerleşmek. Ancak bu, hiç de kolay olmayacak. Çünkü Türkiye, sahip olduğu potansiyel gücü hareketlendirmekte, mevcut yapının kemikleşmiş hastalıklarını aşamadığı için, güçlük yaşamaya devam ediyor.

The Ekonomist konferansı

Geçtiğimiz hafta ekonomi dünyasının itibarlı yayın kuruluşlarından The Economist'in 17'nci Türkiye konferansı DÜNYA Gazetesi işbirliğiyle yapıldı. Son yılların muhtemelen en sessiz toplantısına katılanlar, hükümeti temsilen gelen Maliye Bakanı ve AB'den sorumlu bakanın kararlı mesajlarına rağmen kafalarındaki soru işaretlerini fazla azaltamadan ayrıldılar.

Oysa konferans öncesinde çokuluslu şirketlerin yöneticileri arasında yapılan araştırma, Türkiye'nin stratejik bir yatırım yeri olarak önemini koruduğunu, özellikle enerji, sağlık ve ilaç sektörlerinde ciddi bir potansiyeli ve güçlü bir finans sektörü olduğunu, ancak kısa vadede başta TL'nin değerindeki dalgalanmalar olmak üzere makroekonomik istikrarsızlık, tek parti iktidarına rağmen siyasi sorunlar ve yapısal reformlar gibi risk faktörlerinin giderilmesinin beklendiğini gösteriyordu. Araştırma sonuçları arasında bir ölçüde şaşırtıcı olan biri, AB sürecinin artık eskisi kadar öncelikli bir faktör olarak dikkate alınmayışı. Bunun, krizin etkisiyle risk yönetiminin öncelik sıralamasını değiştirmesi şeklinde taktik ve kısa vadeli bir sonuç olarak yorumlanması mümkün. Siyasi tartışmaların istikrarsızlık olarak algılanması da aynı perspektiften değerlendirilebilir.

Panelist yatırımcıların görüşleri de hem yapısal sorunlar ve mali disiplin ile ilgili kaygılara, hem de doğru politikalar uygulandığı takdirde büyüme potansiyeli ile ilgili olumlu beklentilere eşit ağırlıkta yer verdi. Genel eğilim, 2009 yılı içinde netleşecek politikaların dikkatle izlendiği, bu arada yatırım kararlarının bekletileceği şeklinde.

Hükümetin mali disiplin vurgusu

Yeni Maliye Bakanı Şimşek'in konuşması ise yatırımcıların beklentilerine cevap açısından olduğu kadar, artık ülkenin bir numaralı ekonomik önceliği haline gelen orta vadeli programın içeriğini ilgilendirecek olması yönünden de önemliydi. Bakan, farkında olduğu beklentilerin hemen tümüne değinerek yapısal reformların birinci öncelikleri olduğunu, kayıtdışının küçültülmesi ve gelir vergisi reformu için ciddi adımlar atmakta olduklarını, vergi uygulamasında caydırıcı cezalar ve güçlendirilmiş denetim ile sonuç alacaklarını, bu arada önümüzdeki dönemde mali disiplini güvence altına alacak bir mali kuralı belirlemek için çalıştıklarını belirtti. Böylece geçen hafta TÜSİAD YİK toplantısında konuşan Ali Babacan'dan sonra ekonomi yönetiminin bir diğer önemli isminin ağzından yerli ve yabancı yatırımcılar, krizle mücadelenin zorunlu kıldığı genişletici tedbirlere rağmen hükümetin kaynakları etkin kullanma ve mali disiplini sürdürme kararlılığını da bir kez daha duymuş oldular.

Öte yandan dolaylı vergi indirimlerinin azaltılarak uzatılması ve Varlık Barışı uygulamasında 30 Eylül'e kadar beyan ve bildirimin mümkün kılınması gibi kararlar da, yaz aylarının mali disiplin öncesinde son bir hazırlık dönemi gibi değerlendirilmek istendiğini çağrıştırıyor.

Mikro işletmeler ve ölçek sorunu

Ne var ki yapısal sorunlarımız devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda TBMM'den geçerek yasalaşan ve daha önceki yazılarımızda taslak halindeyken içeriğine olumlu bir vurguyla işaret ettiğimiz "KOBİ birleşmelerine vergi teşviki" konusuna iş dünyasından gelen tepkiler, işletmelerimizin ölçek zaafının ne kadar derin bir sorun olduğunu bir kez daha hatırlattı. İlk bakışta oldukça mütevazı ve makul bir alt sınır olarak görülen yasadaki 10 kişilik istihdam koşulunun, uygulamada, KOBİ tanımına giren şirketlerimizin yüzde 80'ini kapsam dışında bıraktığı anlaşılıyor.

Bu durumda işletmelerimizin çoğunun KOBİ diye tanımlanmasının yanlış olduğu, bunlara "mikro işletme" demenin daha doğru olacağı açık. Evvelce üzerinde çokça durduğumuz ortaklık kültürü eksikliği ve kurumsal altyapı yetersizliği ile ortaya çıkan bu sonuç, sadece vergi teşviki ile üstelik kısa bir sürede değişecek türden değil. Çok katlı ve çok boyutlu bir politika demeti gerekiyor. Kamunun öncülüğünde ve odaların aktif katkısıyla bir dönüşüm ve yapılanma sürecini zorlamak kaçınılmaz görünüyor. Bankaların ve girişim sermayesi şirketlerinin de rol üstleneceği bu süreç, alışkanlıkları kıracak ve inisiyatif alanları özendirecek çok sağlam bir kurguya dayanmalı.

Aslında hem işletmelerimizin, hem de potansiyel vergi mükellefi olan bireylerimizin güçsüz olmasında hiç de azımsanmayacak bir payın kimseye güvence sağlamayan ve güven duygusu yaratmayan, dolayısıyla büyümenin ön koşulu olan risk yönetimini güçleştiren hukuk düzenine ait olduğu da unutulmamalı. Ortaklıktan korkmanın temelinde, haklarımızın korunacağına inanmayışımız yatıyor olmasın! Yapısal reformlar, sadece yabancılar için değil, bizler için de zorunlu…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019