Yavaşlayan dünyada Türkiye ne yapmalı?

Serhat GÜRLEYEN
Serhat GÜRLEYEN GENİŞ AÇI [email protected]

ABD-Çin güç kavgasının ekonomik maliyeti belirginleşmeye başladı. Dünya ekonomisinin itici gücü olan iki büyük ülkeden gelen yavaşlama işaretleri artıyor. Dış ticaret payı küçük olan ABD ekonomisi içsel dinamikleriyle yavaşlamaya direniyor ama ihracat ağırlıklı Çin ekonomisinden gelen yavaşlama işaretleri tedirginlik yaratıyor. 

Çin’in yavaşlamasının faturası yatırım malı ağırlıklı ihracatı olan Almanya, Güney Kore gibi ekonomileri durgunluğun eşiğine getirdi. Emtia üreticisi Ortadoğu ülkeleri, Brezilya ve Rusya’da yavaşlama sinyalleri artıyor.

Türkiye ekonomisi dünyadan bağımsız yüksek borçluluk ve piyasa dışı politikaların yarattığı sorunlarla boğuşuyor. Kur şoku sonrası artan rekabet gücü ve güçlü iç dinamikler sayesinde ekonomik durgunluktan görece çabuk çıkılacak.

Ancak yatırımlardaki gerileme ve iş gücü piyasasının zayıflığı uzun süreli bir yavaş büyüme dönemine işaret ediyor. Küresel ekonomiye yönelik belirsizlik, Avrupa ekonomisinden gelen durgunluk sinyalleri ve devam eden jeopolitik riskler büyümeyi 2020 yılında %2-2,5 bandında tutacak.

Sonraki yıllar dünya ekonomisinin seyrine ve Türkiye’nin seçim ekonomisi sarmalından çıkışına bağlı olarak belirlenecek. 2023 seçimlerine 4 yıldan uzun süre bulunan Türkiye normal koşullar altında bu yavaş büyüme dönemini sorunsuz bir şekilde geçirebilir. 2020-2021 yıllarında önceliği borçlarını azaltmaya ve yapısal tedbirlere verip son yıllarda yaralanan güven ortamını iyileşmesini sağlayabilir.

Ancak yerel seçimlerde büyük şehirlerde yaşanan kayıplar ve siyaset sahnesine katılan yeni aktörler AK Parti’nin ekonomideki yavaşlama karşısındaki duyarlılığını artırıyor ve büyüme öncelikli politikalara ağırlık verilmesine neden oluyor.

Söz konusu değişim kendisini öncelikli olarak iki cephede gösterecek: Para politikasında ve maliye politikasında. Seçimlerde alınan yenilginin sebebinin ekonomi olduğunun farkında olan AK Parti büyümeyi artırmak için genişleyici maliye ve para politikalarını kullanacak.

Maliye politikasında bunun izleri görülmeye başlandı. Merkez Bankası’ndan aktarılan yedek akçeler gibi bir defalık tedbirler hariç bütçe açığı milli gelirin %3’üne yaklaşıyor. Para politikasında ilk işaret Temmuz ayındaki büyük faiz adımıyla (425 baz puan) geldi. 12 Eylülde muhtemelen 250-300 baz puan bandında bir adımla devam edilecek.

Kamu borcunun düşüklüğü ve ekonomideki durgunluk genişleyici maliye politikasının devam etmesi için yer yaratıyor. Ama Ağustos ayında girilen devalüasyon enflasyon şokundan çıkılması için para politikasında temkinli adımlarla gidilmesi gerekiyor.

Para politikasının enflasyondaki düşüşün gerisinden gelerek kademeli olarak gevşetildiği bir senaryoda sene sonu enflasyonunun %12-13 bandına para politikası faizleri %15-16 bandına kadar gevşetilebilir. Ancak kredi notumuzun düşüklüğü ve CDS oranlarının yüksekliği gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek bir reel faiz vermemizi gerektiriyor.

Toparlayalım. Dünya ekonomisinden gelen yavaşlama sinyalleri artıyor. En büyük ticaret ortağımız Avrupa ekonomisi bu süreçten kaçınılmaz olarak olumsuz etkilenecek. Fed ve ECB’nin genişleyici politikaları bu süreci az yaralanarak geçirmemizi sağlayacak. Ancak kredi notumuzun düşüklüğü ve yüksek enflasyon durgunluk ile genişleyici politikalar uygulayarak savaşmamızı zorlaştırıyor. Yavaşlayan dünyada büyüme odaklı politikalara değil istikrar odaklı politikalara ihtiyacımız var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Petrol şoku sonrası… 23 Eylül 2019
Ağlatma beni Arjantin… 02 Eylül 2019
Emin liman aranıyor… 26 Ağustos 2019