Yatırımsız büyüme
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) bir ekonomide makro ekonomik analiz yapılırken ilk ele alınan değişken. GSYH’nın oluşumunu üretim, gelir ve harcama yönü ile ele almak mümkün. Harcama yöntemi ile GSYH’da iki temel belirleyici bulunmakta, yurtiçi ve yurtdışı talep ya da kısaca iç talep ve dış talep.
Yurtiçi talebin bileşenleri tüketim, yatırım ve devlet harcamaları. İç talep GSYH’nın düzeyini belirleyen ana unsur. İç talebin en önemli özelliği hükümetler tarafından kontrol edilebilmesi. Örneğin ekonominin hızlı büyümesini isteyen bir hükümet tüketimi artırmak için kamu harcamalarını (tüketim ya da yatırımı) artırabilir. Toplam tüketimdeki/yatırımdaki artış GSYH’yı yukarı çeker ve ekonomide büyüme oranı yükselir. Ancak büyüme oranının bu yöntemle artırılması belli bir gecikme ile enflasyona neden olur.
Hükümet hanehalkının gelirini artırmadan da tüketimi artırılabilir. Hanehalkının borçlanma imkanları genişletilerek tüketim harcamasının artması sağlanır. Bu durumda hanehalkının harcanabilir geliri içinde borç stoku oranı yükselir. AB’de, ABD’de ve Japonya’da kriz öncesi hanehalkının finans yapısı böyle idi. Şimdilerde benzer bir yapılanma Çin’de oluşmakta.
Türkiye’de küresel ölçekte izlenen bu politikayı uygulayan ülkeler arasında. Yani borçlanarak tüketimi artıranlardan. Nitekim hanehalkı borç stoku/Harcanabilir gelir oranı 2003 yılında %7,5 iken, 2014 yılında %53’e yükseldi.
Son beş yılda Türkiye’de GSYH’nin bileşeninde gidip gelmeler olsa da ana belirleyici yurtiçi talep özellikle de tüketim harcamaları oldu. Burada dikkat çekici olan nokta yüksek büyüme oranının yakalandığı yıllarda bu olgunun daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkması. Örneğin %8,8 ile son beş yılın en yüksek büyüme oranının yakalandığı 2011 yılında, büyümenin ana bileşeni 5,9 puanı tüketim harcamaları oldu.
Yurtiçi talep deki bir başka sorun yatırım harcamalarının bir türlü anlamlı bir düzeyde artmaması. Son beş yıl içinde yatırım harcamaları sadece 2011 ve 2013 yılında bir puanın üzerinde GSYH katkı verdi. 2014 yılında ise GSYH’ya yatırımlardan katkı gelmedi, tam aksine 0,3 puan azalmasına neden oldu. 2015 yılının ilk çeyreğinde verdiği katkı ise 0,3 puanda kaldı. Bu oran düşük. Çünkü ekonomileri daha yeni toparlanan OECD ülkelerinde bile 2014 yılındaki %1,9’luk büyümeye yatırımlar 0,5 puan katkı sağladı.
Türkiye bundan dolayı yatırımsız büyüyen ülke statüsü kazandı diyebiliriz.
Yurtiçi talebe dayalı büyüme modelinde uzun dönemde sorunlar çıkar. Özellikle cari açık veren (ki bu modelde vermemek mümkün değil) bir ekonomide tüketim ve yatırım harcamalarını borçlanma ile finanse edilmesinde er ya da geç tıkanma olur. Bundan sakınmanın yolu GSYH’nın bileşiminde dış talebin yani ihracatın göz ardı edilmemesi. Çünkü cari açık ancak bu şekilde kabul edilebilir sınırlar içinde kalabilir.
Ülkemizde GSYH’ya dış talebin katkısı da istikrarlı değil. 2014 yılında büyüme oranı %2,9 olurken, ana bileşen 1,8 puan ile net ihracattı. Ancak bu olumlu gelişme 2015 yılının ilk çeyreğinde değişti, %2,3’lük büyümeye net ihracatın katkısı negatif oldu ve büyümeyi 1,2 puan düşürdü.
Türkiye’nin ihracatı ve yatırımları artırmadan sadece tüketim artışı ile büyümede istikrar yakalaması mümkün değil. Bu durum seçim sürecinde gündeme gelmedi. Tam aksine hep tüketimi artırmaya yönelik sözler verildi. Bu da partilerimizin zayıf yönü.