Yatırımın ilacı teşvik değil hukuk

İsmet ÖZKUL
İsmet ÖZKUL KRİTİK AÇI [email protected]

Hükümet son dönemde yatırımların canlandırılması ve yurtdışından kaynak girişinin artırılması amacıyla bir dizi düzenleme ve yeni yasayı gündeme getirdi. Ekonomi dünyası yeni düzenlemelerin yıllardır yerde sürünen yatırımlara ne ölçüde ilaç olabileceğini tartışıyor. 

2009’dan beri yürürlükte bulunan bölgesel ve sektörel bazlı teşvik sisteminde sağlanan avantajlar, yatırım yapmak isteyen için pek de yetersiz bulunacak nitelikte değil. Ayrıca stratejik ve büyük çaplı yatırımlar için de özel teşvikler sistemde var. 

Buna rağmen yatırımlar son yıllarda yerinde sayıyor. Özel sektör yatırımları, 4 yıldan uzun bir süredir 2011 yılı sonu düzeyinin altında seyrediyor. Bu süre içerisinde tüketim harcamaları ve ihracat artışı olmasına rağmen yatırımlar hala 2011 düzeyinin altında seyrediyor. 

Benzer sorunlar yabancı yatırımlar için de söz konusu. Doğrudan yabancı sermaye girişi belirli iniş çıkışlarla yatay bir seyir izliyor. Yabancı kontrolündeki işletmelerin yapısında yüksek teknolojiden orta teknolojiye ve üretimden hizmetlere doğru bir kayış var.

2011 sonrasında yatırımlarda ortaya çıkan ve süre giden bu sevimsiz durumun ardındaki temel neden teşvik yetersizliği değil. Bu sorunun iki temel kaynağı var. Birincisi ekonomik yapıya ilişkin, ikincisi siyasal yapıya ilişkin. 

Birinci sorun, ekonominin sıcak paraya aşırı bağımlı hale getirilmiş olmasının getirdiği kırılganlık ve riskler ile özel sektörün aşırı ölçüde döviz borçlusu hale gelmesinin getirdiği darboğazlar. Bunlar ekonominin mevcut iktidar tarafından yıllardır beslenen yapısal sorunları. 

Dünya ekonomisinde şartların değişmesi ve sıcak para akımlarının tersine dönmesi üzerine sıcak paraya dayalı sağlıksız yapı teklemeye başladı. Bu sorunun çözümü de kolay ve kısa vadeli değil. 

İkinci ve günümüz koşullarında daha önemli olan sorun ise siyasal alandaki sorunlar. Bunun bir yanını dış siyaset oluşturuyor. Son dönemde bazı değişiklik sinyalleri ve adımları olmasına rağmen Türkiye ciddi dış politik risklerin içine sürüklenmiş durumda. İlk sırada yer alan Suriye’de izlenen politikalar Türkiye’yi, mülteci sorunundan terör sorununa kadar bir dizi istikrarsızlık kaynağını en alevli bir biçimde karşı karşıya getirdi. 

Rusya ile yaşanan gerilimin faturası ağır oldu ve atılan adımlara rağmen bunların ne kadar ve hangi sürede telafi edileceği henüz belli değil. 

İç politika alanında da iki temel sorun büyüyen bir biçimde karşımızda duruyor. İlk sıradaki sorun olan Kürt sorunu, kent savaşları haline de evrilirken şu anda ufukta bir çözüm ışığı gözükmüyor. 

İkinci önemli iç politika sorunu ise otoriter tek adam yönetimine evrilen siyasi yapıya paralel olarak kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti sisteminin tahrip olması. Yatırımcıları uzun vadeli adımlardan caydıran en önemli gelişme de muhtemelen bu. Yatırımlarda ortaya çıkan duraklamanın Gezi olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk olayları sonrasında belirleyici hale gelen gelişmelerle paralelliği, bu tespiti doğrular nitelikte. 

Son dönemde atılan adımlar bu olumsuz gidişi iyice körükleyecek nitelikte. Üst yargıda yeni bir tasfiye düzenlemesi ile kuvvetler ayrılığı ilkesinin son kırıntılarının da ortadan kaldırılması yatırımcıların gözden kaçıramayacakları bir gelişme. Kayyum uygulamasını iyice güçlendiren ve kayyumları koruma zırhı getiren düzenlemeler de aynı nitelikte. 

Bu koşullarda “varlık barışı” ambalajı altında yapılan ve yıl sonuna kadar Türkiye’yi adeta bir “kirli para çamaşırhanesi”ne dönüştürecek adımlar, kısa vadede bir kaynak girişine yol açsa da güven sarsıcı olacağından uzun vadede daha zararlı olacak. Üstelik bu voliden yararlanmak için gelen paranın kendisi bile bu güvenilmez ortamda uzun süre kalmayıp kendini akladıktan sonra geri kaçacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar