“Yatırım tacirleri” ile “yatırım kahramanlarını” ayırabilmeliyiz…
İnsanlarımızın büyük çoğunluğunun benimsediği inanç sistemi, “Hakkında ayrıntı bilgisine sahip olmadığın şeylerin ardından gitme” diyor. Bu buyruk, inanç sisteminde yerini aldığı gibi, düşünce sistemlerinde de bilimin temel yaklaşım ve metotlarıyla örtüşür. Bilimsel düşünce, doğruluğu kanıtlanmamış bilginin değer üretmeyeceğini; çapraz sorgulamalarla ve testlerle gerçeği aramak gerektiğini söyler.
“Proje Bazlı Teşvik Sistemi” konusunda genel düşüncelerimi geçen hafta yazdım. Bu hafta, uygulamaya konan yeni sistemin, bizleri yaratmak istediğimiz sonuçlara götürebilmesinin üç koşulu üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, stratejisinin günümüzdeki rekabet koşullarına uygun olması. İkincisi, taktiklerin stratejiyi bütünleyen ve toplumun enerjisini en üst düzeyde değerlendirmeye yardım etmesi. Üçüncüsü de, operasyonların çağdaş yönetişimin unsurularını içermesi.
Yarı iletken yatırımı neden yok?
Strateji, bizi yaratmak istediğimiz sonuçlara götüren farklı yollardan en uygununu seçme ve izleme sanatıdır. Kamuoyuyla paylaşılan bilgilerden, yeni teşvik siteminin büyümeyi hızlandırmaya, güçlendirmeye, cari açığı azaltmaya ve refahı artırmaya yönelik stratejik amaçlar benimsediği anlaşılıyor. “Proje Bazlı Teşvik Sisteminin” taktik ve operasyonel bileşenleri hakkında ise ayrıntı bilgisi, en azından bu aşamada, yeterli değil.
Elimize ulaşan bilgilerden yola çıkarsak, yeni sistemin “stratejik amacına” ulaşmasını engelleyecek önemli bir eksikliğinden söz edebiliriz: Yarı iletkenler üretimi…
Projeler arasında “lazer silahı” ve “Ingot ve Hücre Üretimi ile Entegre Güneş Paneli Üretimi"nin de yarı iletken teknolojisiyle bağlantılı olduğu ileri sürülebilir. Bizim söylemek istediğimiz, doğrudan yarı iletken alanında ülke ihtiyaçlarını uzun dönemde karşılayacak bir yatırımın başlatılmasıdır.
Ülkemizdeki cari açığı hızla büyüten önemli açıklarımızdan birinin yarı iletkenler ithalatı olduğu herkes biliyor. Yarı iletken üretiminin cari açık üzerindeki etkisi konusunda tereddüdü olanlar, ERMAKSAN yöneticisi Ahmet Özkayan’ın saptamasını okumalı; “Daha önce yüzde 70’lere yakın yerli olan makinelerimizde ithal ürünlerin payı artıyor… Teknolojideki ileri düzeydeki gelişmeler üretici olarak sizi ithal parçalara zorluyor.” Sözü edilen ithal parçaların çok önemli bölümünü yarı iletken donanımlar oluşturuyor: Sensörler, mobil iletişim bağlantıları, veri saklama ve işleme sistemleri, internet, bulut ve blockchain altyapıları gibi…
Bütün veriler, içinde bulunduğumuz koşullarda, “yatırım malları ithalatımızın” hızla artacağını gösteriyor. Çok açık ve net iki gelişmeyle yüzleceğiz. Biri, mevcut tesislerimizde daha yüksek katma değerli ürünlere geçiş için yapılacak modernizasyon yatırımları. İkincisi de, rekabet gücümüzü geliştirmek, uzun dönemli geleceğimizi güven altına almak için sayısal teknoloji alanındaki uyum yatırımları.
Tarihsel bakış, anonsu kendinden büyük yatırım projelerinde yaratılan “beklenti” ile ulaşılan “sonuç” arasında kopuklukların, toplumda umut ve güven kırılganlıklar yarattığını kanıtlıyor. Guy Sorman’ın kitabında, bizim GAP Projesi gibi büyük projelerde ulaşılan sonuçlar hakkında yeteri kadar ayrıntı bilgisi var.
Tarih bilinci gerekiyor
Tarih bilinci, geçmişten ders alarak daha sağlıklı gelecekler inşa etmektir. Proje Bazlı Teşvik Sistemi’nin etkili sonuçlar yaratmasını istiyorsak, bakış açımızı ve iş yapma metotlarımızı gözden geçirmeliyiz. Geçmiş uygulamaları çok sesli tartışmalı, geniş bakış açılarıyla değerlendirmeliyiz ki, daha güvenli gelecek yaratabilelim.
Önce, açıklanan ve eklenecek olan bütün projelerde fizibilite raporlarında öngörülen sonuçlar hakkında kamuoyu bilgilendirilmeli. Teşvik Sistemi, kamunun haklarından özveride bulunmasıdır. Kolektif kaynaklardan firmalara sağlanacak olan doğrudan ve dolaylı bütün desteklerin “fayda-maliyet analizi” sonuçlarını bilmek ve izlemek hepimizin hakkıdır. Verilen sözler ile alınan sonuçlar açık ortamlarda sorgulanırsa, firma sahiplerinin taahhüt ettikleri ile yaratabildikleri arasında adil bir karşılaştırma yapabilir; yıpratıcı olan spekülatif tartışmalardan uzak durabiliriz.
İkincisi, taahhüt edilenler ile yaratılan sonuçlar arasındaki sapmalar, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışına kurban edilirse; geçmişte çok sayıda örneğinden bilinen “yatırım verimliliklerinde düşüklük” kaçınılmazdır.“Gözetim ve denetim sonuçları” sorgulanmalı ,öngörme ve önlem almanın kalitesi artırılmalı ; “yatırım tacirleri” ile “ yatırım kahramanları” arasında net ayrım yapma kolaylaştılmalı ve rasyonel kararlara ulaşma oranı yükseltilmeli.
Gerekçesiz anlatımlar
Üçüncüsü, projelerle ilgili eleştiriler, hamaset soslu “mahalle baskısına” kurban edilmemeli. “Çarşı her şeye karşı” yaklaşımı ne kadar milletin yararına değilse; yapılan her yatırımı haklı göstermek için “fizibilite gerekçelerine” dayanmadan, sağlıklı veri paylaşmadan vatan, millet, yerlilik ve millik anlatımları da o kadar milletin yararına değildir. Projelerle ilgili verilere erişebilirlik sağlanmalı; veri analizi yerine, amaçsız, metotsuz, gerekçesiz ve kanıtsız söylemlerden dokunmuş kutsal şallar örterek, tarihin altın tepside sunduğu büyük fırsat heba edilmemelidir.
Siyasi iradenin, bürokrasinin, iş dünyası temsilcilerinin ve STK’ların katılımıyla ortak bir “ yatırımları izleme komitesi” kurulması ve işletilmesi ülkemizde çoktan erişmiş olması gereken bir olgunluk düzeyidir. Sıkı gözetim ve denetim, stratejik, taktik ve operasyonel bütünlüğü güçlendirecek, böyle bir yol bizi maddi ve kültürel zenginlikleri artan bir toplum olmaya taşıyacaktır.
Proje Bazlı Teşvik Sistemi bir şanstır… Şanstır, ama mutlaka bir felsefesi olmalıdır. Nusret Hızır’a kulak vermeliyiz: “Felsefesiz iş yapılır mı? Elbet ki yapılır… Ama tam, temiz, doğru iş yapılamaz!”