Yaşanabilir bir "medeniyet tasavvuru" üzerinde uzlaşmazsak...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Daha önce 20 insanımızın kendimizi nasıl tanımladıklarını paylaştım. Bugün, 10 insanımızın değerlendirmelerini daha ekleyeceğim.  Sanırım 30 insanımızın  kendimize biçtiği değer, toplumumuzun  gündemi hakkında bir fikir  verir.

Bir önceki yazıda  İlhan Tekeli'nin altını çizdiği gibi, birey düzeyinde kapasiteler kendinden beklenini verse de sistem kapasitesi bizi ilk 10 ülke arasına taşımıyor. Bunun nedenlerinden biri de, ülkemizin insanlarının "medeniyet"  kavramının bileşenleri  ve bağlamları üzerinde  bir ortak dil yaratamamış olması. Ziya Selçuk, Taraf'ta 29 Ekim 2013'te "Söylemde bir medeniyetten söz edilebilir ama bu,yaşanan bir medeniyet değilse, sadece tarihsel bir değeri vardır. Sayın Başbakanın kullandığı kelimelerin doğum tarihine, Türkçe' ye giriş tarihlerine bakın. Eğer ekonomi ile ilgili bir konuşma ise doğum tarihleri çok yakınlarda. Ama kültürle, sosyal meselelerle igili bir şey ise 11. asırlardan bu taraflara gelir. Bu zihinsel iklimi ortaya koyuyor. Biz şu anda kopya ya da moda birtakım terimlerle, tamamen işgal edilmiş kavramlarla yeni bir medeniyet tasavvurunu da, eğitim sistemini de ortaya koyamayız," diyor.

Çoğunluğun zihninde meşrulaşmış bir "medeniyet tasavvuru" olmadığından, ortak enerjiyi etkin kullanamıyoruz. Sosyolog Nilüfer Göle, Cansu Çamlıbel'le söyleşisinde "Biçim yaratmayan medeniyet yaratamaz. Çamlıca cami projesinin medeniyetimize katkısı şüpheli. Ama iktidar hep 'biz' ve 'ötekiler' diyerek 'biz ve seçkinler' diyerek hiç bir zaman iyi bir şekil yaratamaz. Seçkinlerden daha iyi bir şekil yaratmak mümkün mü?" diye soruyor; "siyasi seçkinlik değil, seçkin yaratmak daha güzeli, doğruyu yaratma” konusunun ortak sorunumuz olduğunu belirtiyor.

Celal Şengör 'e  göre ise sorunun özünde “tarih bilgisinin yetersizliği” ve "tarih bilinci eksikliği'" var.  “Tarih bilinci olmayanın standart hakkında bir fikri olmaz. Standart hakkında bir fikri olmayan bir toplum ise yönetilemez."

Çapsızlık büyük sorun

Ömer Laçiner de Türkiye' nin bulunduğu coğrafyanın büyük dinlere, uygarlıklara, ideolojilere  ve  kültürlere tanıklık ettiğini  belirtiyor; bu bölgede zaman zaman ciddi  dengesizlikler yaşandığının altını çiziyor ve şu görüşlerini paylaşıyor: "Siyasi  sistemin ahlaksızlığı üçüncü derecede kalıyor. Çapsızlık ve densizlik çok daha önemli. Türkiye'de siyasi hareketin birinci problemi; Türkiye'nin kendi potansiyeline, tarihine, kültürüne, geleceğine uygun olanları bulunarak zenginleşmiş politik alternatiflerin ortada olmayışı..."

Serdar Turgut olup bitenleri "vasatlık" kavramıyla açıklıyor. Diyor ki, "Ülkemizde vasatlık, vasat düşünce ve insan göklere çıkarılıyor. Bunların toplumsal hakimiyeti var."

Murathan Mungan yaygınlaşan “yalan” üzerinde duruyor: "Türkiye'de yalan söyleyenden hiç hesap sorulmadı. Yalanın dilin gereği gibi anlaşıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Herkes yalan söylüyor. Yalan söylenildiğinin bilinci kaybolmaya başlandı. Bu, yolsuzluklar konusunda da aynı. Sıradan bir insan hayatında bunun türevleriyle o kadar iç içe ki etkilenmiyor. İltimas ve yalanı meşru gören toplumsal kumaş oluşuyor” diye yakınıyor.

Miktad Kadıoğlu da ülkemizde "Güvenli yaşam kültürsüzlüğü ve yüzsüzlük, ülkemizin uzun yıllardır toplumsal bir problemdir" diyerek, büyük afet ve işlerin ehline verilmediğini, hak etmedikleri makama oturanların  utanma duygusunu da yitirdiklerini anlatıyor.

Sahtekarlığı nasıl çözeceğiz?

İlber Ortaylı'ya  göre de "Dünyaya açılıyoruz, çalışkanız,müteşebbisiz, teknolojiyi iyi kullanıyoruz tamam; ama maalesef sahtekarlık ta çok. Onu nasıl çözeceğiz bilemiyorum. Ve bu konuda yüzeyden gitme çok. Bunu değiştirmek zorundayız; yoksa ileri gidemeyiz. Dünyada ilk 20'ye girebiliriz ama ilk 10'a bu zihniyetle gidemeyiz."

Murat Bardakçı, köşe yazarlarını eleştiri oklarının hedefine koyarak, meslektaşlarını eleştiriyor: Eski köşe yazarlarını anlattıktan sonra, "Onların yerine 30'ların sonu ile 40'ların başında doğanlar geldi ve bütün gelenekler de onlarla beraber  nihayete erdi! Doğru bilgi artık şart değildi, gerektiğinde filancadan işitildiği şekilde yahut kulaktan dolma biçimde yazılabilir, yanlış malumat doğru zannedilebilir, ard arda yapılan hatalar senelerce fütursuz şekilde tekrar edilebilirdi. Maksat zaten hem günü kurtarıp  köşeyi boş bırakmamak, hem de ahkam kesmekti."

Rabia Erdoğan Dirim'le 25 Mayıs 1998'de Neşe Düzel bir söyleşi yapıyor: Dirim, "Bedenimizi açtık, bilincimizi peçeliyoruz" dedikten sonra, "Türk toplumu kendinden ve yarınından emin değil. Toplum, sanki her şey ona karşıymış ve onun aleyhinde çalışıyormuşcsına kuşkulu. Bütünlük duygusunu kaybetmiş, kendi içinde kendiyle kavga eder durumda. Bu da toplumda alt katmanlarda kutuplaşmalar yaratma tehlikesini getiriyor. Çünkü toplum içindeki bireyler her an karşılaşacakları olumsuzluklara karşı öfke ve kızgınlık üretiyorlar. Bu da birbirleri arasındaki ilişkilerin kopmasına ve birbirlerini anlamalarına  engel oluyor. Sonuçta her grup kendini, diğer grupların dışında kalmış ve onun tarafından yok edilecekmiş gibi algılıyor."

Düşüncelerini paylaştığım insanların bize önerdikleri "gündem  ve gündemin maddeleri" konusunda hep birlikte karar vermeliyiz.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar