Yaşam biçimi taassubunun bedeli yüksek olabilir....
Günlük yaşamımızda kullandığımız kavramlardan biri de "yaşam biçimi"dir. Bu kavramın içeriğinde neler var?Yaşam biçimi, "insanların bir arada yaşamasını belirleyen ilişkilerdir". Mal ve hizmet üretiminde kullanılan "enerji", "teknolojik araçlar", "yer altı ve yer üstü kaynaklara erişme biçimleri", topluluk ya da toplumlarda oluşan "hiyerarşinin dikeyliği ya da yataylığı", "siyasi iradenin otoriterliği ya da demokratlığı", kurumların "kapsayıcı ya da sömürücü niteliği" gibi bir dizi etken "yaşam biçimlerini" belirler.
Yaşam biçimi, bireysel tercihlerimizi, aile değerlerimizi, okul ve eğitim algılarımızı, iş yerlerindeki ilişkilerimizi, dinlenme ve eğlenme anlayışımızı, inanç kurumları ve sistemleriyle olan bağlantılarımızı, devlet gibi üst düzey örgütlenmelerle eklemlenmelerimizi etkiler ve onlardan etkilenir.
İnsanların kılık kıyafetinden, yeme içmesine, eğlenme ve dinlenme anlayışına kadar tercihleri yaşam biçiminin bireysel özünü oluşturur.
Yaşam biçimlerinin somuta yansıdığı en önemli kurum "ailedir". ABD'de Yüksek Mahkemesi'nın evlilik kurumuna ilişkin kararı, toplumun bütün katmanlarından ses getirdi. Kararı destekleyen Yüksek Yargıç Anthony M. Kennedy, "Hiçbir birliktelik evlilikten derin değildir; aşk, sadakat, bağlılık ve fedakarlık en yüksek aile değerlerini barındırır. İki insanın evlilikle oluşturdukları birliktelik, eskiden olduklarında daha büyük değer yaratır" diyordu. International New York Times' de Adam Liptak'ın haberinin yayınlandığı gün Hürriyet Pazar' da yapılan kapsamlı söyleşide Sezen Aksu, annesi ve basınının ilişkilerine gönderme yaparak, " Tek eşli bir hayat çok saygı duyulacak bir şey..." diyor; aile kurumunun iki insanın karşılıklı "tahammülüne" dayan bir sınav olduğuna gönderde yapıyordu.
Aile kurumu, iki insanın "kendine fren koyma ilkesini" uç noktalarda sınadıkları bir deneysel mesafe ayarıdır. İki insan düşündükleri ve düşledikleri ile yapabildiklerini en iyi aile kurumu içinde test eder; deneysel mesafelerin dengelenmesi, düşlediklerimizle hayata taşıyabildiklerimiz arasındaki makasın açılması ya da kapanması diğer bütün ilişkilerden daha çok ailede emek, sabır, özveri ve direnme gücü gerektirir.
Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yarattığı "dönüşümler", kaynak kullanmada koordinasyon ve optimizasyon kurallarını değiştirdiği gibi, "yaşam biçimini" belirleyen ilişkileri yönlendiren "değerler sistemini" de farklılaştırıyor.
Yaşam biçimi denince...
Dönüşümler, yaşam biçimlerin bireysel boyutunda önemli değişiklikler yaratıyor: "Aynı evi paylaşan" evlilikler kadar, "ayrı evlerde yaşayan evliliklerin" artmasına yol açıyor. Sanayi Toplumu aşamasında "kulüplerde", "lokallerde", "meslek örgütlerinde", "akşam sohbetlerinde", "hafta sonu gezilerinde", "uzun yaz tatillerinde" yoğunlaşan sosyal ilişkiler; Bilgi Toplumu aşamasında "internet söyleşilerine", alışverişler de "internetteki tavsiyelere" kayabiliyor..
Toplumun temel kurumu olan ailede yaşam biçimlerindeki farklılaşma sancılı olabiliyor: Hayat arkadaşlığı, evli birliktelik, çocuklu birliktelik, çocuksuz birliktelik, ataerkil aile gibi çoklu birliktelik, görücü usulü evlilik, flört etme, evlilik öncesi deneme, internet evliliği, çocukları birlikte büyütme, çocuğu yalnız büyütme, reşit çocukların durumu, reşit olmayan çocukların sorumlulukları, çocukların aliyle birlikte ya da ayrı yaşaması, çocukların eğitimi, inanç ritüelleri gibi tercihler eski değerleri terk ederek, yeni değerleri içselleştirmeyi gerektirebiliyor.
Aileden sonra ilk tanıştığımız kurumlar olan okullarda ise yatılı okuma, birlikte ev tutma, yurtta kalma, sınıf arkadaşlığı, mezuniyet günleri, dayanışma örgütlenmeleri, okul gezileri, staj dostlukları gibi yeni ilişkiler yaşam biçimimizi zenginleştirebiliyor.
İş yerleri de yaşam biçimini çok yönlü etkileyen sosyal alanlar: İş sahibi olma, iş yeri aidiyeti, işimizi koruma, iş yeri arkadaşlığı, tam zamanlı çalışma, yarı zamanlı çalışma, ev ofislerinde çalışma, proje-kapsamlı iş yapma, dışarıdan iş yapma gibi yeni fırsat alanları da yaşam biçimimizi köklü biçimde etkiliyor.
İnanç sistemleri de dönüşümlerden etkileniyor. Birçok toplum, binlerce yıldır kırsal yaşamın değerlerine göre inanç dünyası ilişkilerini sürdürüyordu. İnsanların çok kısa zamanda kentlere göç etmesi, kırsal ihtiyaçlarına göre belirlenmiş "inanma biçimlerinin" günlük yaşamda karşılık bulmaması gibi sorunlar da yaratabiliyor. İnanç kurumlarının yapısının, işlevinin ve kültürünün, toplumun yeni örgütlenme biçimi, yeni hiyerarşisine göre uyumlandırılması da sorun yaratan alanlarından bir diğeri.
Devlet gibi üst düzey örgütlerle ilişkiler de dönüşüyor. Ulus-devletin yapısı, işlevi ve kültürü de değişiyor. Sanayiler ulus-devletten önemli ölçüde bağımsızlaşıyor; küresel bağlar daha sıkılaşıyor.
İş yerlerinde uzun süredir "dönüşüm maliyetleri" öncelikli sorundu; ilişki ağlarının farklılaşması, rakip ve müşteri algısının değişmesi "işlem maliyetlerini" öne çıkarıyor. Bu temel eğilimi "ticaretteki yaşam biçimlerini" yeniden yapılandırıyor.
Ekonominin bütününü dikkate aldığımızda yaşam biçimlerini belirleyecek olan yeni bir dizi etkenden söz edebiliriz: Temel sorunlardan biri "veri güvenliği" olacak; verilere dışarıdan verilen zararlara karşı -hacker saldırıları ve ajanlar- önlemler önem kazanacak. Büyük verinin ehlileştirilmesi, rafine edilmesi ve bir yarara dönüştürülmesi rekabet gücünü belirleyecek. Standartların oluşturulması, korunması büyük emek ve özveri gerektirecek. Makinelerin birbiriyle iletişimi, koordinasyon, optimizasyon ve eklemlenmede yeni yapılar, yeni ağlar yaratacak. Üretim ağlarında yeni arayüzlerin tanımlanması gerekecek. İnsan kaynağının iş içindeki yeri yeniden tanımlanacak. Mekanik temelli mühendisliğin önemi azalırken, bütünsel mühendislik öne çıkacak. Bilgi teknolojileri uzmanları ekonominin bütün alanlarına yönelik gelişme gösterecek. Ürünler daha bireyselleşecek. Daha bir dizi gelişmeye gelecek 10 yıl içinde tanıklık edeceğiz. Sadece aile kurumunda değil, yaşam zenginliği yaratan bütün kurumlarda yaşam biçimlerinin değişmesine tanıklık edeceğiz.
Yaşam biçimleri değiştikçe "yaşam kalitesini belirleyen etkenler" de farklılaşıyor: "Çalışma yaşamıyla ilgili değerler, kurallar ve kurumların işleyişi", "eğitim-öğretim olanaklarına erişebilirlik", "sağlık hizmetlerinin yaygınlığı ve erişilebilirliği", "barınma koşulları ve kalitesindeki niteliğin artması", "çevrenin yaşanabilir özelliklerini koruması", "güvenlikle ilgili hizmet arzının yaygınlığı ve yeterliliği", "geleneksel ve çağdaş araçlara erişebilirlik düzeyi" farklılaşıyor.
Yaşamı nasıl sürdüreceğimize ilişkin temel seçimlerimiz ve genel hayat görüşlerimizin oluşturduğu "yaşam tarzımız", değerler ve kaynaklardan beslenir ama onların kullanma biçimlerinde etkiler.
Ünlü siyaset bilimcisi Henry Kinssinger, " strateji konseptinden yoksun meşruiyet iddialarıyla" düzenin sürdürülemeyeceğini söylüyor. Bizim de yaşam biçimi ve yaşam tarzlarının değişmesi karşısında reflekslerimizin ne olması gerektiğine ilişkin paylaştığımız, çoğunluğun görüşünü yansıtan stratejilerimiz olmalı. Günümüzde geçerli olan yaşam biçimlerini sorgulayıcı akıl süzgecinden geçirerek, hayatın gerçeklerine yakın bir strateji oluşturmaz da, "yaşam biçimi taassubu" tuzağına düşersek; özlediğimiz geleceği inşa edebilmemiz zorlaşabilir.
Yaşam biçimi, yaşam tarzı ve yaşam kalitesinde değişen algılar; geleneksel değerlerimizle örtüşmeyebilir. Geleneksel değerlerimizde ısrar etmemiz, gelişmenin önüne engeller koyuyorsa, gelişen toplumların dayatmasıyla yüzleşmemiz kaçınılmaz hale gelir. Tarihimizde geleneksel değerlere, kurumlara ve kararlara körü körüne bağlanmanın yıkıcı etkileriyle ilgili örneklerle dolu.
İşe şöyle başlamak yararlı olur: Herkes, korunması gereken değerlerin ne olduğunu tanımlamalı, yazılı metinler haline getirmelidir. Bu değerlerin güven altına alınabilecek olanlarını, direnme gücü olmayanlarını akılcı tartışmalarla ayıklamak ikinci adımı oluşturmalıdır.
İlkeli, metotlu, hazırlıklı bir tartışma yapabilirsek, bizleri ayrıştıran yönlerin çok az, birleştiren yönlerin daha fazla olduğunu görürüz. Sonra da ilerlemenin önünü açacak değerleri yaratmanın yol ve yöntemleri üzerinde bir uzlaşma sağlayabiliriz. O zaman, yaşam biçimi ve yaşam tarzları üzerinde daha net bir akla ulaşır; gereksiz tartışmalarla enerjimizi boş yere harcamamış oluruz. Soyut, genel, kavramların içeriklerini tanımlamayan ve yazılı hale getirilmeyen tartışmalarla ortak strateji oluşturulamaz. Proje bağlamında savunmayan tartışmalar toplumsal enerji israfına yol açar. Büyük dönüşüm döneminde en küçük bir israfa tahammülümüz yoktur. Bu gerçeği bilerek adımlarımızı atmalıyız.