Yarın üzülmemek için

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Gündemimiz döndü dolaştı, yine konjonktür politikalarına kilitlendi. Gerçi elimiz eski on yıllardan daha güçlü, ekonomi yönetimimiz de daha deneyimli ve tutarlı ama tam "artık temel sorunlarımıza odaklanıyoruz" derken başarı göstergesinin tümüyle konjonktür karşısında doğru tavır belirlemeye endekslenmesi, yani bir bakıma reaktif politikalara geri dönüşümüz can sıkıcı. Bu durumun başka olumsuz sonuçları da var:  Konjonktür ile uğraşmaya hep birlikte, yani medyası, özel sektörü ve siyasi kadrolarıyla öyle yoğunlaşıyoruz ki bundan özel bir zevk alıyor gibiyiz. Kimbilir, belki de hep imrendiğimiz ve yetişmeyi hayal ettiğimiz gelişmiş batı ülkeleri ile aynı gündeme sahip olmak hoşumuza gidiyor. Oysa unuttuğumuz bir şey var: Onların tek ciddi sorunu bu, bizim ise onların çoktan aştığı ve konjonktür dalgalanmaları karşısında manevra gücümüzü de etkileyen çok daha önemli yapısal sorunlarımız var. Gündemimizin ve enerjimizin daha fazlası bu sorunlara ayrılmalı ki konjonktür düzeldiğinde " yine bu ülkelerin gerisindeyiz, acaba neden"  diye şaşırmayalım.

Hangisi doğru oyunu

Direksiyonda Merkez Bankası'nın olduğu son haftalardaki radikal politika değişiklikleri, başka ekonomistler olmak üzere herkesi iyice afallattı. Tam anlayamadığımız konularda da fikir sahibi olmak ulusal sporumuz olduğu için bazılarımız ilk soğutma operasyonunun yanlış ya da erken, bazılarımız son genişletme operasyonunun anlamsız ve yersiz olduğunu savunurken, kimimiz de gelmekte olan yeni krizi ilk farkeden olduğu için kamu yönetimini kutlamayı tercih etti. Herhalde gerçeğin yolunu, fikir kavgaları ile bulacağımızı söyleyen eski atasözümüzü hatırlamış olmalıyız. Benzetmede hata olmaz, ekonomiyi de futbolu tartıştığımız tarzda konuşmaya başladığımız da oluyor zaman zaman.

Bu nedenle iyisi mi daha basit ve aksi söylenemeyecek tespitlerden hareket ederek bakmaya çalışalım. Cari açığın artış hızının rekor bir düzeye çıktığı, ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 50'ye kadar düştüğü, daha bu yılın ilk çeyreğinde rekor bir büyüme gösteren ekonomiye bir yatırımcı akımının olmamasının büyümenin sürdürülebilirliği konusunda kuşkular olduğunu gösterdiği ve oldukça sert olan kur düzeltmesinin kontrol dışı bir piyasa hareketi sonucu oluştuğu sanırım yeterince açık. Yani ne kadar özenli ve temkinli davranılmış olursa olsun, en azından karar birimlerimizin beklentilerinin iyi yönetilmediği, güven unsurunda bir aşınmaya yol açıldığı söylenebilir.

Dünyayı nasıl izlemeli

Türkiye'nin hem makro planda, hem de işletmeler bazında ölçek, verimlilik, istihdam, enerji, vergi, teknoloji, yenilikçilik alanlarında reform çapında gayret gerektiren bir dizi ev ödevi varken bir de konjonktür dalgalanmaları ve dış ülkelerden kriz ithali gibi dertler ile karşı karşıya kalmaması için dünyada ne olup bittiğini çok iyi izlemesi gerektiği doğru ve kamu yönetiminin bunu oldukça iyi yaptığı hissediliyor. Eksiklik galiba bu izlemenin konjonktür ve finans piyasaları dışındaki alanlarda fazla yapılmaması, daha önemlisi de kendi stratejik hazırlığımızın (orta ve uzun vadeli planımızın) hem tamamlanmamış olması hem de yapısal alanlarda yeterince derinleştirilmemesi olarak görünüyor.  Bu da kısa vadeli konjonktür politikalarında bile, çok istesek bile proaktif olmamızı önlüyor.

Sözgelişi gelişmiş ülkelerin de kendi aralarında giderek ayrışmakta olduklarını, aynı ayrışmanın yükselen ülkeler içinde de ortaya çıkmaya başladığını gözden kaçırmamak gerek. ABD'nde krizin olumsuz etkilerinden çokça söz ediyoruz ama şirketlerin verimliliğinin çok yükseldiğini biliyor muyuz, emin değilim. Öte yandan pompalanan para hareketleriyle ve doğu ülkelerinin yüksek talebi ile artan hammadde ve emtia fiyatları, gelişmekte olan ülkelerde enflasyonu ve iş yapma maliyetini arttırıyor. Bu da küresel ABD şirketlerinin stratejilerini, bu ülkelerde üretme yerine ABD'de üretip onlara ihraç etme yönünde gözden geçirmelerine sebep oluyor. Hükümet de bu değişikliği özendirecek mevzuat hazırlıkları içinde.

Değişen stratejiler ve iş modelleri

Doğu'nun yeni lideri Çin ise ucuz üretim yeri olma vizyonunu çoktan terketmiş, yeni teknolojilere ve geleceğin dünyasına hakim olma arayışında. Küresel sermayeye kendisine know how ve teknoloji aktarmasını, aksi takdirde Çin pazarından yararlanamayacağı mesajını dayatıyor. Türk şirketlerinin de bu gelişmeyi dikkate alıp, Çin'e yatırım ve ihracat stratejilerini şekillendirmelerinde yarar var. Bu bağlamda bilişim ve iletişim teknolojilerine yoğunlaşmak kritik önem taşıyabilir.

Japonya'daki deprem ve tsunaminin küresel tedarik zincirinde, özellikle otomotiv ve elektronik sektöründe yarattığı boşluğu ve yol açtığı tartışmaları da gözden kaçırmamalı. Tedarikçiler arasında ve tedarikçi üretici ilişkisinde yeni modeller, dolayısıyla yeni tehditler ve fırsatlar söz konusu.

Sözün kısası dünyayı izlemek, sadece kısa vadede doğru pozisyon almak için ve para politikaları ile sınırlı değil, geniş kapsamda ve derinleşerek, etraflı bir rekabetçilik ve fayda-maliyet analizi eşliğinde yapılırsa, bugünü kurtarmakla kalmaz, yarını da sağlama alır...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019