Yarın başka bir gündür
Düzensizlik. 1969’dan 1977’ye dek ABD ulusal güvenlik başdanışmanı, Nixon ve Ford dönemlerinde ise dışişleri bakanı olan Henry Kissinger, geçtiğimiz hafta sonu 100 yaşına girdi ve WSJ’a verdiği mülakatta “dünyaya bakınca düzensizliği gördüğünü” paylaştı.
Kissinger’a göre ”neredeyse bütün önemli ülkeler kendilerine – ABD ile Çin arasındaki rekabet başta olmak üzere - önemli küresel konularda temel yönelimlerinin ne olduğunu soruyorlar” ve “temelde belirli bir içsel yönelimden ziyade, yeni durumlara adapte olma sürecindeler.” Hindistan ve “diğer görece az önemli” ülkelerin “dünyada neyi başarmayı istedikleri” konusunda net bir görüşe sahip olmadıklarını düşünen deneyimli diplomat, “yeni durumların” ne olabileceği konusunda net bir öngörüde bulunmaktan imtina ediyor.
Sanırım çağımızın temel sıkıntılarından biri de bu: Öngörülebilirliğin -hemen her düzlemde- azalması. Öngörülebilirlik, tehditlere karşı korku ve kaygı tepkilerinden hangisini tercih edeceğimizin temel belirleyicilerinden.
Korku, güncel ve sonuçları öngörülebilir bir tehdit ile ilişkilendirilirken, kaygı zamanlaması ve sonuçları hakkında emin olunamayan, tam da bu nedenle zihni sürekli bir uyanıklık ve savunma hazırlığı içerisine hapseden tehditlere karşı verilen bir tepki. Düzensizlik ve ona eşlik eden öngörülemezlik sistemde ilerlerken, korku azalsa da kaygı yönetenlerde ve yönetilenlerde artıyor.
Sağlıksız (ve makro/ mikro sistemlerde sağlıksız sonuçlar doğurması olası) bir eğilim. Kissinger’a dönersek, ABD-Çin rekabetinde önemli bir konu başlığı olan Tayvan konusunda “zamandan başka bir çözümün olmadığı” görüşünde. Çin’in kültürünü dünyaya yayma gibi bir amacının olmadığının altını çizmesi, küresel liderliğin kültürel liderlik olmadan mümkün olamayacağına yaslanan bir güvenin işareti.
Kissinger’a göre Çin dünya üzerinde baskınlık değil güvenlik arayışında, zira ancak Asya’da baskın olabilir. Bu ihtimale karşın, Japonya’nın kendi kitle imha silahlarını gelecek 3-7 yıl içerisinde geliştireceğine inanıyor. Gelecek dönemde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana süren sakinliğinin aksine, daha caydırıcı bir Japonya’nın tercih edilebilirliğini düşündürüyor ki, ilginç bölgesel ve küresel sonuçları olabilir.
Geçtiğimiz hafta Çin yönetiminin ilk kez bir ABD’li şirketin (çip üreticisi Micron) Çin’deki faaliyetlerini kısıtlaması, bu kararın söz konusu şirketin Tayvan yerine Japonya’da büyük boyutlu bir yatırım kararı almasını takiben gelmesi belki de bir rastlantıdır. ABD’nin, fiziki bir tehdit olmadan gücünü harekete geçiremediğinden ve Senato’da - görev yaptığı zamana kıyasla - partizanlığın arttığından da yakınıyor Kissinger.
Ulusal çıkar çerçevesinde bir araya gelmede zorluk, partizanlık ve iç siyasette kutuplaşma, pandemi sürecinden sonra tüm dünyada yükselişte. Bu eğilimin kişisel, toplumsal ve sistemsel boyutlarda artan kaygı düzeyiyle ilgisi olabilir mi? Kaygıları olduğu kadar umudu da coşkuyla fiyatlayan küresel piyasalarda ise yılbaşından bu yana ihtiyatlı iyimserlik sürüyor.
İnatçı enflasyon eğilimine ve giderek daha sık konuşulan resesyon endişelerine rağmen, yapay zeka temasıyla mutlu birlikteliğini sürdüren Nasdaq başta olmak üzere borsalarda olumlu hava bozulmadı. Petrol, değerli metaller ve emtialar olası resesyon senaryosuna tepki vermeyi sürdürürken; hisse senedi piyasalarında beklenen düşüşlerin (henüz) gelmemesi, düşüşe oynayan fon yöneticileri ve yatırımcılara “Godot’yu mu bekliyorum yoksa” sorusunu sordurur oldu.
Düzensizlik ve belirsizliğin norm haline geldiği dünyada, umudu dürtüp, umutsuzluğu yatıştırmak ne derece mümkün? Yöneticilerin görevi tam da bu olmamalı mı? Bana sorarsanız, benzer bir dönemde (Ölümü: 1375) önemli işler başarmış Danimarka Kralı Valdemar’a kulak vermekte fayda var: Yarın başka bir gündür.