Yarım asrı şarkılarıyla anlattı Nilüfer
Bazı yolculuklar öyle bereketli geçer ki… Hem güzel anılarla hem dağarcığınızda birçok malzemeyle dönersiniz şehrinize. Bunlar somut ürünler de olabilir, kültürel birikimler de… Geçtiğimiz haftalarda Tüyap Kitap Fuarı için gittiğim Samsun’da da heybemi doldurmayı başardım. Şöyle ki:
Öncelikle kitabın, kitapçının, kitapseverlerin bulunduğu yerler benim için birer vaha; fuar alanı da öyle oldu. Tıklım tıklımdı; çünkü vali, belediye başkanı, milli eğitim müdürü el ele vermişler, yöre halkını ve tabii ki öğrencileri fuar alanına taşımak için ulaşım olanakları yaratmışlardı. Kitapsever Samsunlular da bu fırsatı çok iyi değerlendirmişlerdi. Devletin ve yerel yönetimlerin desteği, ziyaretçi sayısına ve satış rakamlarına da yansımıştı, katılan bütün yayıncıların yüzü gülüyordu.
Samsun’un rengârenk yerel lezzetleri ise bir başka yazı konusu oldu. Pazartesi günü gazetenizin internet sitesi “anasayfa”sında, Ehlikeyf sekmesinde okumuşsunuzdur. Orada yazdığım yemekleri bilgi dağarcığıma eklemek, tariflerini almak, bir kısmını olsun tadabilmek gerçekten çok keyifliydi. Lezzet avcılığı yönümü de doyurmuştu Samsun…
Ve o güzel kent bana çook uzun yıllar sonra Nilüfer’i sahnede yeniden dinlemek keyfini de yaşattı. Hayal Kahvesi’ndeki konserine imza etkinlikleri için fuara gelen sevgili Atilla Dorsay’ı davet etmişti Nilüfer, ben de fırsatı kaçırmayacak, hemen onun yanında, en ön sırada yerimi alacaktım…
Nilüfer… 70’li yıllar. “Dünya Dönüyor” adlı 45'liği hepimizin dilinde. 1970’te bizim gibi henüz öğrenciyken katıldığı Hafta Sonu Gazetesi'nin Altın Plak Ses Yarışması'nda “Sensiz Yıllarda” ile aldığı birinciliğin üzerinden birkaç yıl geçmiş; “Dünya Dönüyor" ile “Yılın Kadın Sanatçısı” da seçilmiş… Bugün klasikler arasında giren "Göreceksin Kendini", "Aldanırım Sana" ve "Başıma Gelenler" yazlık sinemalarda çekirdek çıtlatıp gazozlarımızı yudumlarken en çok dinlediklerimiz arasında…
Vefa Lisesi’nde öğrenciyim. Sıra arkadaşım Ercan İnangiray (Türk filmlerinin unutulmaz kamera arkası isimlerinden Turgut İnangiray’ın oğlu), ki o da bir artist, 1965-69 arası 7 filmde oynamış bir çocuk oyuncu, “Nilüfer bizim liseden!” diyecekti bana. İtalyan Lisesi’nden gelmişti Vefa’ya Ercan; Nilüfer de orada okuyormuş. Ercan’la çok iyi arkadaş olduğumuzdan mı ne bir anda şarkılarını ezberlediğim Nilüfer’e insan olarak da ısındığımı hissedecektim. Ve bu duygu, aradan geçen 40 küsur yıldır hiç eksilmeden sürecekti.
Okul bittikten sonra Ercan’ı hiç görmeyecek; Nilüfer’le ise hazırladığım “Ustalara Saygı” etkinliklerinde sahne alacağı 2000’li yıllarda tanışabilecektim. Çook uzun seneler var ki canlı konserini de izlememiştim.
Hayal Kahvesi’nde birkaç metre önümde sahne alan o küçük dev kadın, “40 yıl önce Samsun’a gelmiştim; o akşam da sesim kısılmıştı, sonra bir daha fırsat olmadı, bu akşam telâfi edeceğiz” diye sözlerine başladığında beynimin içinde bu anılar uçuşmaya başlamıştı.
Sonra, dikkatimi tamamen ona verecektim; sesiyle, fiziğiyle, esprileriyle sahneye ne kadar yakışıyordu Nilüfer. Geçen seneler, ancak ustalığını artırmıştı. 1970’li yıllarda siyah beyaz televizyonlarda izlediğim, anne ve babamın da çok sevdikleri sanatçı, Hayal Kahvesi’ni hıncahınç dolduran çoğu genç hayranlarına tanığı olduğum neredeyse yarım asrın hikâyesini şarkılarıyla anlatıyordu. Böyle olunca konser, neredeyse 2,5 saat sürecek, 15 dakikalık bir soluklanma dışında Nilüfer sahneden hiç inmeden yüzlerce hayranının vokaliyle şarkılarını söyleyecekti…
Sanıyorum 2010 yılıydı, sevgili Bircan Usallı Silan’ın imzasıyla bir kitap yayınlayacaktı: Hepsi Bu… Onu yalnızca sanatçı kimliğiyle değil, bir çocuk, bir kadın, bir anne, bir insan olarak da tanıma fırsatı bulacaktı hayranları ve duruşunu bir kez daha takdir edeceklerdi.
Konser, her güzel şey gibi bitti. Ben, yine onun şarkılarına sığındım. Ankaralılar ise şanslı, konser maratonu, 1 Nisan’da başkentte devam ediyor…