Yara, açık olan yerden kanar
Cihan ara cihan içredir, arayı bilmezler
Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler
Hayali'nin bu beytinden etkileniyor Nazım Hikmet ve O da; "hani şu derya içre olup/deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf" şeklinde özetliyor garipliğimizi. Küresel sıralamaları zorlayan tuhaf bir büyümeyle bitirdik 2010 yılını. Dünya GSYİH'sinin %91'ini içine alan bir ülke grubu araştırmasında, dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasıdna ilk beşteyiz. Sevinsek mi üzülsek mi?
Hızlı büyüyor olmamız, küresel ekonominin büyük perakendecilerinin ağzını sulandırıyor. 2002 yılında Gölcük'teki Ford Otosan tesislerinde üretime başlayıp, 2010 yılında Transit Connect markasıyla tam ABD pazarına girmişken, yeni modelini Romanya'da ürettirerek Ford International, Türkiye'den elini ayağını çekmeye hazırlanıyor. 2010 yılında bizde 85.216 adet, Romanya'da da 20.000 adet üretilmiş. Tüketim gücümüze koşar adım gelen yabancı yatırımcı, üretim külfetimizi sırtlamaktan uzak duruyor. Neden perakende ticaret, gayrimenkul, beyaz eşya, telekom, elektronik, yazılım, petro-kimya ürünleri sektörlerinde yabancı yatırımcının ilgi odağıyız. Çünkü bu sektörleri koşulsuz açıyoruz. O zaman da kazan-kazan gibi bir strateji geliştirmek yönünde ikna edici hiçbir kozumuz kalmıyor. Çin ve Hindistan'a bakalım: Bunlar, güçlü iç tüketim potansiyellerinin, ucuz işçiliklerinin sağladığı avantajların farkındaydılar. Bizden farklı olarak bu potansiyellerini yabancı yatırımcılarına altın tepside sunmadılar. Bunlar da birer balıktılar fakat, içlerinde yaşadıkları deryanın da farkında balıktılar.
Bir bakış açısı yoktur ki, küresel büyümenin motor gücü olarak Çin'i, Brezilya'yı ve Hindistan'ı göstermesin. Çin ve Hindistan, kendini önemli bir pazar olarak gören yabancı yatırımcısına üretim kotesi koydu. Kote şu demek: iç tüketim, hızlı büyümek, genç ve dinamik nüfusa sahip olmak gibi, iştah kabartıcı rezervlerimize ulaşmak için, kendi ülkemde, kendi mühendislerimle bu ürünleri bir kısmını üretip satacağım; şartını koymaktır. Belirli bir yüzdesinin ulusal ölçekli üretimine izin vermek, çalışanların yeterli birikime (know-how) ulaşmasında önemli roller üstlenir. Bu sistemi Singapur, Çin, Hindistan gibi ülkeler uyguladı ve geleceğin küresel ekonomileri arasında yer aldılar. Böylesi bir dinamizmi elde edilebilmenin ana izleği, yüksek tasarruf oranlarına ulaşabilmek olmalıdır. Krizin en sıcak dönemleri olan 2008-2009 yıllarında, Çin eksenindeki Asya'lı üreticileri tasarruftan tüketime yönlendirebilmek, capitalist sistemin devamı için çözüm olarak görülür. ABD'de bütçe açıkları ile kamu borç stoğu, Avrupa'da güneyli zayıf uluslar; İspanya, Yunanistan, İrlanda, Portekiz'in tüketimini çeviren, aktarmalı bir borç destek mekanizmasıyla, yine tasarruftan uzaklaştırılıyor. Bugün krizden çıkışı konuşuyoruz. Oysa olması gereken, sağlam çıkışı hedeflemek değil mi? Euro politikalarında ana hedeften sapma 7 Nisan Perşembe para politikası kurulundan sonra daha çok tartışılacağı kesin. Çünkü euroya üye 17 ülkede korkunun kaynağı, tek para politikasına 17 farklı maliye politikasının uygulanıyor olmasıdır. Bu durum, Anadolu'mun yer sofrasındaki yemek alışkanlığına benzer. İmeceler insanlık tarihine bahşedilen en sağlam dayanışma örnekleri olsa da, bir tepsiden yemenin bulaşıcı hastalıkları tüm aile bireylerine yayma sakıncası vardır. Euro'nun yegane para politikası da yer sofrasının ortak tepsisi gibidir. Tepsiye uzanan 17 farklı kaşık, bağışıklık biliminin gerçeklerine yenik düşüyor. Tepsiye uzanan Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya kaşıklarından herhangi birinde yer alan enfeksiyon, Euro'u bütün olarak zayıflatıyor. Krizin ardından gelen ilk faiz artırımı, Perşembe günü ECB'den gelecek. Euro ekonomisinin resmi faizi %1'den %1.25'e yükselecek. Fiyat istikrarı ve kontrolsuz genişlemenin önüne geçmek için daraltıcı adım atılmış olacak. Kredi maliyetleri yükseldiğinde, bu iş en çok güneylileri vuracak. Çünkü yara, açık olan yerden kanar. Avrupa ülkeleri içinde, tasaruf etme kabiliyeti geçtiğimiz 20 yılda hızla daralmış güneyli ülkeler, GSYİH büyüklüklerini aşan boyutta dış borç stoğuyla boğuşuyorlar
Türkiye'nin 2023 ihracat hedefi, 500-550 milyar dolar. Bu öngörü, bilişim sektörüne 160 milyar dolar pay ayırmış durumda. Önemli bir pay ancak, somut gerçeklere uzak. Sadece stratejik sektör olarak tanımlanmış olmaktan öte bir adım değil. Hiçbir küresel oyuncudan, kapısını ardına kadar açtığımız iç talebimiz için; bilgi transfer edici destek sökmedik. Bilgi sıcak para gibi dökülmez, sökülür; yani bizim almamız gereklidir. Halbuki bilsek ne kadar çeliğimize su verecek bu girişimler. Bizi uzun vadede dış finansman bağımlılığından kurtarıp, tasarruf alışkanlıklarımıza çeki düzen verecek yegane çıkış yoludur.