Yapısal reformlar
Bu yazı, seçim sonuçlarının bilinmediği cumartesi günü teslim edilmiştir. Dolayısıyla iktidardan ve politik dengelerden bağımsız, Türk ekonomisinde yapılması gereken yapısal reformlarla ilgili teknik görüşlerimi içermektedir.
Yapısal reform konusu yıllardır tartışılıyor. Samimiyetinden ve doğruluğundan şüphe duymadığım bu önerilerin İçeriğine baktığımızda; anayasa, eğitim ve yargı sistemi, AB üyeliği gibi üst düzey siyasi konular ile vergi, bütçe, sosyal güvenlik reformu gibi makro dengelere yönelik olduğunu görüyoruz. Kayıt dışılığın önlenmesi, alternatif enerji kaynakları ve yerli üretimi geliştirme gibi nispeten mikro konular da var öneri paketlerinde.
An itibariyle tüm adaylar meydanlarda önümüzdeki dönemde yapısal reformlar yapacaklarını vaat ediyorlar. Çünkü mevcut durumun sürdürülemez olduğu net. Ancak bu ülke siyasetçisini biraz tanıyorsam, iktidara gelenlerin çoğu öncelikle “kısa vadede sonuç alabilecekleri” fikirleri soracaklardır ilgili teknisyenlere. O yüzden ben de bu yazıda nispeten hızlı ekonomik sonuç alınabilecek yapısal reform önerilerimi sunacağım, uzun vadeli yapısal reformların da mutlaka yapılması dip notu ile;
Yerli üretimi teşvik
2009 senesinde TOBB ile birlikte, geçmişteki TÜRK MALI kampanyasının modern versiyonu olan KENDİ MALIN adlı kampanyayı hazırlamış, tüm iş dünyası ve medya ile paylaşmış, görüşlerini almıştık. Çok beğenilse de sonra hayata geçmedi. Nedenleri hakkında bazı fikirlerimiz var ama şimdi ortalığı karıştırmayalım. Önemli olan şu ki, o dönemde yaptığımız global araştırmalarda yerli üretimi koruma konusunda dünyanın en liberal ülkelerinde dahi açık veya üstü örtülü çok sayıda kampanya yürütüldüğünü görmüştük. Cari açığı azaltmadan istihdamı artırmaya kadar bir çok alanda faydasını göreceğimiz böyle bir kampanyanın, bazı küresel dengeleri bozma pahasına hızla devreye girmesi lazım. Ve bunun öyle bildik gaz verme, tehdit veya teşvik yöntemleriyle değil, profesyonel iletişimciler tarafından yönetilen entegre bir kampanya ile yürütülmesi gerekir.
Gayrimenkul sonrası hayat
Türkiye’de elli yıldır hep kazandıran tek yatırım aracı arsa ve gayrimenkul oldu. Döviz, borsa, ticari yatırımların getirileri ise inişli çıkışlı. Şu an gayrimenkul fiyatları ciddi olarak geriliyor ve bu geçici bir durum değil. Bir ay önce burada Siyah Kuğu benzetmesi yapmıştım. O yüzden, toplumu bu yeni döneme hazırlamak ve yönlendirmek lazım. Ben bunun bireysel emeklilik gibi alanların geliştirilmesi ve ülkedeki yatırımların yastık altından veya arsa kapmaktan çıkıp rasyonel alanlara kaydırılması yolunda ciddi bir fırsat olarak görüyorum. Evet, bu işten zarar görenler olacak ama uzun vadede Türkiye kazanacak. Ülkede tasarruf artacak, yabancı sermaye ihtiyacı azalacak.
Kayıt dışı ile mücadele
Ülkedeki mikro ticari dengeler kayıt dışında kalma ve vergi ödememe üzerine kurulmuş durumda maalesef. Bu konuda da herhangi bir iktidarı suçlamak yanlış olur, sistem bildim bileli ödememe ve affetme üzerine kurulu. Bugün zaten zorlanan esnaf, bir de üzerine vergi öderse ayakta kalamaz. Gelir veya kurumlar vergisini geçtim, KDV bile ödeyemez durumda. Vergi veren az olduğu için de oranlar yüksek ve bu da düzgün çalışanları zorluyor. Tabi bu boşluk ortamını değerlendirenler de var. Geliri çok iyi ama vergisini vermiyor. Bu alanda ciddi bir bakış açısı değişikliğine ve yapısal reforma ihtiyaç var. Örneğin ülkede kesilen trafik cezalarının da mantığı aynı; trafiği düzeltme gibi bir hedef yok, en kolay yoldan bütçeyi tutup günü kurtarmak. Çözümü de aynı ama burada farklı bir bakış açısı, detaylı çalışma ve bir üst akıl lazım. Bir günde oranları düşürdüm cezaları artırdım demeyle olmaz.
Koalisyon kültürü
İnternette “Cehennemdeki Türkler” diye arama yaptırırsanız ilginç bir fıkraya denk gelirsiniz. Bu kadar popüler olmasının arkasındaki neden de gerçekleri anlatmasıdır. Her iki tarafı da bilen biri olarak Türk ve Amerikan iş dünyası arasındaki en temel farklardan birinin işbirliği kültürü olduğunu söyleyebilirim. Orada da kıyasıya rekabet vardır ama iş sektörel çıkarları korumaya geldiğinde kenetlenirler. Öncelik pastayı büyütmektir. NBA maçlarında da görürsünüz bunu. Rekabet sıkıdır ama aşırı sertlik, hile hurda olmaz. Bizde tam tersi. Kazanmak için her yol mubahtır. Şirketler rakiplerini düşman olarak görürler. Dernekler birbirini yer. Siyasette de koalisyon sürekli kötülenir. Halbuki bu ülke kurtuluş savaşından sonra dünyaya meydan okuyan tek askeri hamlesini Ecevit-Erbakan koalisyonu döneminde yapmış ve Kıbrıs’a çıkmıştır. Sonrasında ise pis oyunlar dönmüş, ülkemiz politik-ekonomik sıkıntılara sokulmuştur. Demek ki korkmuşlar. Eğer önümüzdeki dönem siyasette koalisyonların önü açılır ve bu süreç inançla ve başarıyla yönetilirse Türkiye bambaşka bir yere gider.