Yapısal reformlar nedir? Türkiye ekonomisinde yapısal reformlara sıra ne zaman gelecek?

Şevket SAYILGAN / Ekonomist
Şevket SAYILGAN / Ekonomist sevket.sayilgan@dunya.com

2025 yılının ilk iki ayı bittiği şu günlerde enflasyon süre­cinin beklentilerden daha yavaş düşmesi ve özellikle sürecin TC­MB’nin üzerinden yürütülmesi Yapısal reformların gereğini bir kere daha konuşulur hale getir­miştir. Bu yazıda çok söylenen ve yazılan yapısal reformlar ne­lerdir? Nasıl uygulanmalıdır so­rularına cevap aranacaktır.

Yapı­sal reformların sadece ekonomi içerikli olduğu konusu da yanlış düşünülen konulardandır. Eko­nomi dışında da yapılması gere­kenlerden bu yazıda kısaca bah­sedilecektir... Türkiye’nin yapı­sal sorunlarının konuşulması ve artık uygulamaya geçilmesi ge­reken bir dönemden geçtiğimiz bu dönemde alınacak kararların umarım toplumun tüm kesimle­rinin payı ölçeğinde karşılık bul­duğu ve kalıcı sonuçların sağla­nacağı bir yapı çıkarır.

Ekonominin genel sorunları

Bugün Türkiye ekonomisinin makro boyutta yaşadığı temel yapısal sorunlar üzerine sohbet etmek istiyorum. Türkiye eko­nomisinin genel sorunlarını de­ğerlendirirken bazı sosyolojik ve toplumsal tespitleri yapmamız gerekiyor.

-Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyetinin modern ekono­mi sürecine girebilmek için ye­terli sermayesinin olmaması,

-Gelişmiş ekonomilerin te­mel kurumlarının Türkiye’de geç kurulması ve gelişmesi,

-Nüfus yapısının eğitim ve öğretim sürecinin büyüme, kal­kınmaya yönelik desteğinin ye­tersiz kalması,

-Özellikle Osmanlı İmpara­torluğu’nun son iki yüz yıllık dö­neminin kayıplar ağırlıklı olma­sı, genç Cumhuriyetin de bu ka­yıp psikolojisi içinde tercihlerde bulunması ve ertelenmiş, gecik­miş tüketim talebindeki artış,

-Tüm bu perspektifte en önemli sorun dünya ekonomi­lerinin sanayileşme süreçleri­nin ve bu süreçlerin toplumsal değişimlerinde yarattığı etkinin Türkiye toplumunda yaşanma­mış olmasıdır.

Bu genel yapı ekonomide de yansımaları olmuştur. Özellikle toplumsal talepler ve bu taleple­re siyasetin verdiği karşılık uy­gulanan politikalarda ağırlıklı popülizmin izleri görülebilmek­tedir.

Bu süreçte özellikle 1938’e ka­dar ki politikalardaki planlı sa­nayileşme programları ile başa­rılanlar, ikinci dünya savaşı ve sonrası süreçte çok partili haya­ta geçiş ve Türkiye ekonomisi­nin görece piyasa ekonomisi ve kapitalist sistemin kurallarına yönelik bir eğilimle bir­likte birçok kazanım­da gözden çıkarılmıştır. Belki de burada belir­tilmesi gereken ilk fak­tör “denk bütçe” anlayı­şından vazgeçilmesidir. Ve yıl 2024 hala bütçe açıkları ekonomimiz­deki sürdürülebilirli­ğin önündeki en büyük engel olmaya devam et­mesidir.

Bu siyasi tercihlerdeki deği­şim toplum tarafından da destek görmesi günü birlik politikala­rın siyasi başarı elde etmek iste­yen aktörlerin ortak tercihi hali­ne gelmiştir.

Örneğin köy enstitülerinin toplumsal kalkınmada ne kadar önemli bir devrim olduğu bugün bu konuyla ilgilenenlerin ortak düşüncesi olarak karşımıza çık­maktadır. Bu dönüşümün ger­çekleşmemesi ve Sanayi devri­mine eklemlenme konusunda plansız ve aceleci sonuçlar alma isteği, üretim bakış açısından tüketim bakış açısına Türkiye ekonomisini sürüklemiştir.

Geçmişle mukayese edilemez ama…

Ekonomi ve siyasette karar vericilerin plan, öngörü ve viz­yon konusunda istikrarlı yapı­lar kurma yönlü politikalardan dünya konjonktürünün de etki­siyle uzaklaşılmıştır. Bu tercih tarım toplumundan sanayi top­lumuna geçişi biraz hoyratça ya­pılmış ve sonuçta köyden kente plansız göçler, çarpık kentleşme ile kalkınmaya yönelik yatırım­larında birbirini tamamlamayan bir resmi karşımıza çıkarmıştır. Bugün geldiğimiz noktada elbet­te ki geçmişle mukayese edile­meyecek düzeyde bir sanayiden bahsetmek mümkündür ancak bu gelişim global dünyada yeri­mizi üst gelir grubu ülkeler ara­sına taşımamaktadır.

Geldiğimiz nokta da;

-Tarımsal kalkınma ve geliş­menin yarım kalması ve bugün enflasyon sürecinin temel para­metrelerinden olması sonucuy­la bizi karşı karşıya bırakmıştır.

-Nüfusun göç dinamiğinin etkisiyle belli şehirlerde yoğun­laşan nüfus dengesiz bir yapı or­taya çıkarmıştır. Örneğin ihra­catın, üretimin, nüfusun vb. de­ğerlerin ilk 10 il de toplanması gibi.

-Eğitim süreçlerinin ülkemiz için en büyük doğal kaynak oldu­ğunun gözden uzak tutulmama­lıdır. Ülkemiz görece enerji ithal ederek üretim yapan bir yapıda olması çalışabilir nüfusunun bu konu da yetişmiş, eğitimli nüfu­su en önemli kaynak haline ge­tirmektedir. Ancak bu kaynağın etkin kılınabilmesi doğru eği­tim ile sisteme kazandırılması ile mümkündür. Bu konu özel­likle üretimimizin yüksek kat­ma değerli üretim ve yüksek tek­nolojili ihracat yapabilmesi de bu eğitim perspektifinden geçen bir nüfusla olacaktır. Burada ara ele­man sorununun bugün reel sek­törümüzün nasıl olumsuz etkile­diği bilinen bir gerçektir.

-Ülkemiz sanayi toplumu sü­recine gecikmiş olabilir ama bilgi toplum sürecine yetişebilir. An­cak bunun için öncelikle bir plan çerçevesinde hangi sektörler­le büyüyeceğimiz, hangi coğrafi bölgeler öncelik taşıyacağı, nasıl bir insan kaynağına ihtiyaç duya­cağımız, buna bağlı olarak da eği­tim sistemimizin nasıl şekillen­dirileceği (İlk, orta, lise, üniver­site dahil.) yönetilmelidir.

Bu perspektif yatırım karar­larının yönetilmesinde etkili ol­malı ve ara mal ithalatına bağım­lı üretim anlayışının azaltılması için gerekirse kamunun öncülü­ğünde yatırımlar planlanmalıdır. (Örneğin temel sektörlerimizin girdisi demir-çelik ve petrol kim­ya ürünleridir.)

Kısıtlı bu yazı alanımda müm­kün olduğunca toparlamaya ça­lıştığım ekonomideki yapısal sorunların devamını sonraki yazılarımda vurgulamaya çalışa­cağım Ancak son manşet olarak, Türkiye ekonomisinde çözüm­lenmesi gereken yapısal sorun­lar;

a)İhracat yaparken ithalat yap­mak zorunda olması,

b) Ekonomi büyürken cari açık vermesi,

c)Bu sürecin yönetilmesi için yabancı sermaye getirmek zo­runda olması

d)Vergi politikasının daha di­namik hale getirilmesi (Dolay­lı vergi azaltılmalı siyasete rağ­men, bütçe dengesinden vazge­çilmemesi),

e)Dünya rekabet sistemine uy­gun bir eğitim sisteminin kurul­ması,

f)Tarımın gelişmesi ve tarım çalışanlarının zenginleşebilmesi,

g)Hukuk sisteminin adil, şeffaf uluslararası normlara uygunlu­ğunun sağlanmasıdır.

Son söz: Gelişmenin bedelini bir dönem ödemeyen toplumlar, az gelişmişliğin bedeli devamlı öder.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar