Yapısal çelişki (2): ucuzu ucuz tutmak
Geçen hafta elli yılı aşkın süredir uyguladığımız politikaları değiştiren ve 1980 yılından bu yana denediğimiz ihracatla kalkınma modelinin bir öğesi olan yeterli sayıda ucuz iş gücünün bulunmasına ilişkin önlemleri sıralamıştım. İhracat yapacak sektörlere ucuz emek sağlayacak bu birikim kırsal alandan sanayinin bulunduğu merkezlere nüfus kaydırması yoluyla gerçekleşecekti. Bunun yapılabilmesi için de beş uygulama önermiş, sizlerden bunlar yapıldı mı, yapılmadı mı düşünmenizi istemiştim.
Ülkenin bugünkü durumunda düşünecek bundan değişik çok şeyiniz olduğunu tahmin ettiğimden düşünmediğiniz varsayımı ile cevabı ben vereyim: Bunların hepsi oldu. Ve de kırsal alandan şehir merkezlerine hatırı sayılır bir göç gerçekleşti. Nüfus istatistiklerine göre Cumhuriyet tarihindeki kırsal kesimden kente göç olayı, en fazla, 1980 -1985 yılları arasında meydana gelmiş. Kırsal (1) nüfusun toplam nüfusa oranı 1980 yılında yüzde 56.1'ken, 1985’de yüzde 50’nin altına düşmüş. Bu oran 2012 yılında yüzde 22.7'ye inmiş (Oran 1935 yılında yüzde 76.5 olarak veriliyor). Bir açıdan kırsal alandan kente göç hemen hemen önlenemez bir eğilim olduğundan bunun normal karşılanması gerektiğini söyleyenler çoktur. Bu sav doğru olmakla beraber göçün politika olarak teşvik edilmesi doğru mudur? Eğri midir? Tartışmaya değer.
Sonuçta ihracata dayalı kalkınma modelinin kırsal alandan kente göç adımında başarı sağlandığı ortada. Bu nüfus kentsel alandaki ihracat yapacak sektörlere bir işçi kaynağı oluşturacaktı. Geçen hafta bu önerileri getirdiğim için ‘Ne akıllıyım’ demiştim ama bazı soruları es geçmiştim. Kente göçen bunca insan hiç sorun yaratmayacak mı?
Cevap açıktır. Hem kentte hem kırsal alanda sorun yaratacak. Kırsal alanda iş gücü zayıflayacak, talep azalacak bunlar kırsal alanda tarım dışı yatırımların cazibesini ve verimliliğini düşürecektir. Kentlerde daha ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. Açık işsizliğin yanı sıra gizli işsizlik artacaktır, kent kültürüne uyumsuzluk, sosyal doyumsuzluk ciddi sosyal sorunlara yol açacaktır, alt yapı hizmetlerinin büyük kitlelere ulaşımında ister istemez yetersiz kalınacağından çevre kirliliği, trafik, eğitim ve sağlık sorunları artacaktır, göçmenlerin ikameti için gereken konut inşaatı yetersiz kalacağından gecekondulaşma ve onun kaçınılmaz sonucu bir gecekondu kültürü doğuşu önlenemeyecektir. Düşünün bakalım bunlar oldu mu? Olmadı mı? Neyse ben çok akıllıyım ya kalkınma için gerekli iş gücünü toparladım. Hem de ucuz iş gücü. İş kaldı bu iş gücünü ucuz tutmaya. Emeğin ucuz kalabilmesi için bir kaç önlem alınabilir.
1) Emeğin örgütlenmesi önlenmeli, eğer bu önlenemiyorsa örgütlü emeğin pazarlık gücünün olmaması için gereken önlemler alınmalıdır;
2) Ücretleri düşük olan işçi kullanımı desteklenmelidir. Kadın işçinin emek yoğun sanayide rolü arttırılmalıdır;
3) Çalışma saatleri olanak ölçüsünde uzun tutulmalı, tatiller azaltılmalıdır;
4) Emeğin fiyatını arttıran yan ödemeler, kıdem tazminatları olanak ölçüsünde kaldırılmalı, eğer bu yapılamıyorsa tavan miktarlarla kısıtlanmalıdır. Yine aklıma hayran kadınız değil mi? Düşünün bakalım bunlar oldu mu? olmadı mı? Bazılarına göre oldu (2) ve arzulanan sonuçları doğurdu. Söz gelimi reel ücretler 1979 yılı 100 kabul edilirse 1985 yılında kamuda 74’e, özel sektörde ise 86,5’e gerilemiştir. Yani emeğin ucuz kalması konusundaki uygulamalar akıllılığımı ortaya koydu. Ben akıllıyım ama bu ucuz emek konusunda bazı soruları yine es geçtim. Bunun olumsuz yönü yok mu? Ücretleri alım gücü olarak ha babam düşen kesime bu soruyu sormanın bir alemi yok. Emeğin ucuz kalmasının esas sakıncası bu olmakla beraber bir başka sakıncası daha var. O da yapısal bir çelişki.
Kentlere biriken emek ucuz tutulursa tüketim gücü düşer. Talebin düşmesi demek artan tüketim malları arzının ortada kalması demektir. Eğer bu fazla ihracat tarafından emilmezse, sıkıntı doğar. Bu bir. İkincisi, kente göçen birinci nesil şu veya bu şekilde nasılsa emekli olacak. Onların tüketim sepetleri kırsal kökenlerine uygun daha makul ölçekteydi. Kentte büyüyen ikinci neslin tüketim sepeti daha değişik olacak. Görecek, isteyecek; duyacak, isteyecek. İsteyecek ama bunları almak için gereken harcanabilir geliri olmayacak. Olmayınca kızacak, düş kırıklığına uğrayacak ve bu düş kırıklığı içinde ne yapacağı belli olmayacak. Bu iki.
Talep zayıflığının çözümü belli. Harcanabilir gelir gerçekte artmıyorsa bile sanal olarak arttırılabilir. Borçlanma ve taksitle alış veriş ne güne duruyor. Bu en azından kısa dönemde çözüm getirir. Ancak, ikinci sıkıntıyı ancak biraz erteleriz. Onu da gelecek nesiller düşünsün vesselam.
Sağlıcakla kalın
NOT: Yazılar hakkında okurlar eksik olmasınlar bir çok e-posta gönderiyorlar. Çoğu bugünkü ekonomik sıkıntının ve geleceği bence kaçınılmaz olan daha sıkıntılı günlerin temellerinin ‘liberalleşmeye’ herhangi bir alt yapı hazırlığı yapılmaksızın cumburlop girilmesine bağlanmasını doğru buluyor. Amacım suçlu aramak değil bir çözüm tartışması açmak. Yoksa bindik bir alamete gideceğiz kıyamete.
------
(1) Tarım nüfusu ile kırsal alan nüfusu aynı şey değildir. Kırsal nüfus kalkınmış ülkelerde yüzde 2-5 aralığındayken kırsal nüfus 20 (söz gelimi ABD)-50 (söz gelimi Slovenya). Türkçesi kalkınmış ülkelerdeki kırsal nüfusun büyük bir yüzdesi tarım dışı sektörlerde istihdam edilirken çok azı tarım sektöründe.
(2) Can Şafak, Türkiye’de işçi ücretlerinin seyri (1980 – 2005), sendika.org, 8 Temmuz, 2006