Yapısal çelişki (1) Yeterli sayıda ucuz işgücü
Ülkenin ekonomik büyümesi, büyümenin sürdürülebilmesi, büyümeden elde edilecek milli servetin ülke sathında adilane dağıtımı KOBİ’ler olarak bilinen sektörün ülke sathına yayılması ve güçleriyle doğru orantılıdır. Bir ülkenin KOBİ’leri ne kadar büyük merkezlerde yoğunlaşır ve ne kadar zayıflarsa büyüme (servet yaratımı), büyümenin sürdürülebilirliği ve servet dağıtımı o kadar yavaşlar, tekler ve aksar. Bu söylediklerimi dünyanın her tarafında her politika yapımcısı, her teknokrat bilir ve söyler. Bu nedenle de her ülke kendine göre önlemler almaya çalışır, paralar harcar, teşvik tedbirleri sunar, örgütler kurar. Türkiye’de kendi payına düşeni yapan ülkeler arasındadır. Benim üniversite yıllarımdan bu yana yatırım adı altında sanayi kuruluşlarını Anadolu sathına yaymak amacıyla bir sürü girişim yapılagelmiştir. Benim üniversite yıllarım epeyi geride kaldığına ve arzulanan yayılma hâlâ olamadığına göre bu işte bir bozukluk var demektir.
Bir bozukluk var, demek lafın gelişi. Bir değil birkaç bozukluk var. Uzun bir süredir bazı bozukluklara elimden geldiği kadar değinmeye çalıştım. Bugün bir temel soruna değineceğim: Yapısal çelişki.
1980 yılına kadar Türkiye ithal ikamesi ve devletçi denilen planlı bir ekonomik rejim takip etti. Basit tanımıyla ithal ikamesi ülkede üretilen ürünlerin ithalini zorlaştırmak, gerekirse engellemek yoluyla hem döviz tasarrufu yapmak hem de ülkenin ‘genç’ şirketlerini rekabetten korumak amacına yönelik bir politik tercihti. Derken malum darbe oldu, darbeyi takiben nedenlerinin araştırma ve açıklamasını siyasi-ekonomik tarihçilere bırakarak Türkiye ‘liberal ekonomi’ veya ‘ihracatla kalkınmaya’ dayalı bir rejim izleyeceğini açıkladı. Kamu oyunda 24 Ocak 1980 Kararları olarak bilinen bir açıklamayla zamanın iktidarı 'ölen ölür kalan sağlar bizimdir' diyerek ülkeyi “Liberal Ekonomi” dönemine soktuğunu ve ekonomiyi dış rekabete açtığını duyurdu. Adet olduğu üzere bu ‘darbe’ gibi yapıldı ülkenin sosyal, ekonomik ve hatta siyasi yapısı buna hazırlanılmadan ve sonuçları hesaplanmadan yasa çıkararak sorunlar bir kenara bırakıldı. Yine basit tanımıyla ihracata dayalı kalkınma, ucuz emeğin verimli kullanımı yoluyla rekabet gücü kazanan büyük işletmelerin geniş ihraç pazarlarına girmesi yoluyla döviz kazanmaktır. Yani ülke döviz tasarrufu yapan ithal ikamesi yerine döviz kazandıracak ihracat yapacaktı. Bu tanım dediğim gibi hem basit hem de modelin kuramsal tanımı değil. Ancak üzerine beş kıtada methiyeler düzülen Uzak Doğu modeli ihracata dayalı kalkınma politikasının kopyalanması olduğu için uygulamayı daha doğru yansıttığı kanısındayım.
Bu uygulamadan alınan tanımın herhalde anlaşılmayacak bir tarafı yok. Ne teorik ne de anlaşılamayacak kadar bilimsel terimlerle dolu. Eğer Uzak Doğu modeli ihracata dayalı kalkınma politikasını uygulayacaksanız, bu modelin dört koşulunu yerine getireceksiniz:
1. Ucuz emek bulacaksınız; 2. Ucuz emeğin verimli kullanımını sağlayacaksınız; 3. Büyük firmalar bulacaksınız; 4. Geniş ihraç pazarlarına gireceksiniz.
Bu ilkelerin kendi başlarına masum görünmelerine bakmayın. Gerek Uzak Doğu’da gerek Türkiye’de ve gerekse bu modeli uygulayan diğer ülkelerde sonuç hep aynı oldu. Bu ilkelere değil ama bu ilkeler çerçevesinde yapılan uygulamalara bakılırsa modelin yukarıda değindiğim büyümenin (servet yaratımı), büyümenin sürdürülebilirliğinin ve servet dağıtımının yavaşlama, tekleme ve aksama nedenleri daha kolay anlaşılacaktır.
Birinci yapısal çelişki olarak neden ülke çapında kaliteli ve verimliliği ile orantılı ücreti olan iş gücü bulunmuyor ona bakalım.
Önce ucuz emeğin nereden bulunacağını bir düşünelim. Bu modelle kalkınmayı uman ülkeler tarımsal ülkeler olduklarından potansiyel işgücü kırsal alana dağılmış bir vaziyettedir. Bu nedenle ucuz iş gücü sağlanması tarımdan sanayiye emek akışının sağlanmasına bağlıdır. Sanayi sektörü de daha ziyade büyük yerleşim alanları içinde olduğundan tarımdan sanayi sektörüne akan emek, “şehre göç” olayı ile birleştirilir.
Şimdi varsayın ki bir teknokratsınız ve ben size kırsal alandaki iş gücünü işletmelerin yoğun olduğu yere kaydırma emri verdim. Ne yaparsınız? Hemen aklıma gelenleri sıralıyayım siz bir düşünün bunlar oldu mu?
(1) Tarım ürünlerinin fiyatlarını düşürelim. Reel anlamda düşük taban fiyat verelim, ithalatı açalım, devletin elindeki stokları hasat zamanı piyasaya sürüp, taban fiyatları ekim zamanı açıklamayalım; (2) Kırsal alanda tarımla uğraşan kesimi mekanizasyon, gübre ve haşere ilacı kullanımı konularında destekleyerek, emek yoğun tarımı olanak ölçüsünde kaldıralım; (3) Tarım sektörüne reel faizleri tarımsal etkinliğin üstünde olan krediler sunarak bu kesimin mali açıdan güçlenip çalışmayanlara bakma olanaklarını kısıtlayalım; (4) Büyük şehir yaşantısını özendirelim, insanların sadece büyük yerleşim merkezlerinde bulunan olanaklara olan iştahlarını arttıralım. Çok akıllıyım değil mi?
Tüm bunlar iyi. Bu önlemlerle büyük yerleşim merkezlerinde ucuz emeği buluruz herhalde ama nasıl ucuz tutacağız? Onun için size bir görev daha versem ve desem ki “Büyük yerleşim merkezlerinde toplanan emeğin sanayi sektörüne aktarılmasından sonra ucuz kalmasını sağlamak için gereken teknik ve siyasi önlemler neler olmalıdır?” Neler önerirsiniz? Haftaya benim aklımdakileri yazacağım. Siz gene düşünürsünüz bunlar oldu mu? Devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın.