Yapılandırma yaklaşımları
Orhan Turan - KPMG Türkiye Yeniden Yapılandırma ve Refinansman Lideri
Sağlıklı işleyen bir ekonomide güçlü, başarılı ve mali sürdürülebilirliğe sahip şirketlerin bulunması ne kadar makul ve beklenen bir durumsa finansal olarak zorluk yaşayan şirketlerin de olması doğal karşılanmalı. Çoğunlukla şirketlerin iç dinamiklerinden kaynaklı bu sorunlara, özellikle küresel olarak faizlerin yükselmeye başladığı, risk algısının arttığı dönemlerde finansman yükündeki artışa bağlı olarak daha sık rastlanıyor.
Finansal zorluk yaşayan şirketlerin durumu, ilk bakışta iki kurum arasındaki ticari ilişkinin sonucu olarak değerlendirilerek, karşılıklı müzakereyle çözüme kavuşturulması uygun görülüyor. Oysa sorunun çözülememesi, söz konusu şirketlerin varlıklarını, üretim, istihdam ve vergi yaratma kabiliyetlerini olumsuz etkiliyor. Dünyadaki uygulamalara bakıldığında, ülkelerin finansal güçlük içindeki şirketlerin yapılandırılmalarına ilişkin kamu yaklaşımının önemli farklılıklar gösterdiğini görebiliriz. Ancak aynı ülkelerde farklı dönemlerde birbirine zıt uygulamalar da gözleniyor.
Örneğin Fransa’da ticaret mahkemeleri aracılığıyla başarılı yeniden yapılandırmalar gerçekleşirken ulusal markalar ya da stratejik şirketler söz konusu olduğunda hükümet kararıyla doğrudan hisse alımında dahi tereddüt edilmediğine tanık oluyoruz. Öte yandan ABD gibi geleneksel olarak tam kapitalist bir ülkede dahi 2008 finansal krizi sonrası zor durumdaki bankalar, sigorta şirketleri ve otomobil şirketleri için en radikal yaklaşımları benimseyebiliyor.
Türkiye’de ‘özel hukuk’ meselesi
Türkiye’de ise geleneksel yaklaşımla sorunlu şirketlerin durumu hep özel hukuk meselesi olarak görüldü, taraflar arasında gönüllü uzlaşmanın önü açıldı. Uzlaşmanın sağlanamadığı, ya da başarısız olunan durumlar için ise tasfiye mekanizması olarak İcra İflas Kanunu’nun ilgili hükümleri düzenlendi. Öte yandan 2001 krizi sonrası bankalar arasında borç yapılandırmaya ilişkin izlenecek ortak yol ve yöntemleri belirleyen, kamuoyunda ‘İstanbul Yaklaşımı’ ve ‘Anadolu Yaklaşımı’ olarak bilinen gönüllü, geçici mutabakatlar hayata geçirilse de belli süre aktif kullanıldıktan sonra gündemden düştü.
Bununla birlikte yine kamu otoritesi tarafından, sorunlu hale gelen şirketlerin mahkeme gözetiminde borçlarının yeniden yapılandırılmasında ve daha önemlisi tekrar ekonomiye kazandırılmasında önemli bir araç olarak tasarlanan ‘iflas erteleme’ düzenlemesi hayata geçirildi. Bir süre sonra amacı dışında kullanımlar nedeniyle işlevini yitirdiği gerekçesiyle yürürlükten kaldırıldı. Son olarak Mart 2018’de yapılan ‘konkordato’ düzenlemesiyle uzlaşma dışı haller için mahkeme gözetiminde yapılandırma / tasfiye amaçlanmış olsa da asıl mutabakatın taraflar arasında olması bekleniyor.
Dezavantajlara dikkat
Gelinen noktada temel uzlaşma arayışı, iyi niyet ve gönüllülük esasına ve tarafların birbirlerine göre pozisyonlarına bağlı. Bu yöntem önemli dezavantajlar içeriyor, şöyle ki;
* Çok sayıda alacaklının bir arada olduğu vakalarda, müzakere sadece borçlu ve alacaklı arasında değil, aynı zamanda –hatta daha güçlü şekilde- alacaklılar arasında sürüyor, başarılı bir yapılandırma için oybirliğine ihtiyaç duyulması sebebiyle, sürecin tamamlanması oldukça uzayabiliyor. Bu noktada şirketlerin ekonomik varlıklarının korunabilmesi için zaman yönetiminin en az likidite kadar değerli olduğunu vurgulamak gerekir.
* İkili bir yapılandırma sürecinde ise hemen başlangıçta uyum sağlanamadığı takdirde, çözüm tarafların birbirine karşı pozisyonlarının ne kadar güçlü olduğuna göre şekilleniyor. Borçlu, borcun teminatı ve miktarı göz önüne alındığında bankayı arzu etmediği bir çözüme kerhen sürükleyebilse de banka borçludan beklediği iyi niyetli yaklaşımı göremediği hallerde, mevcut teminatları nakde çevirme yoluna giderek şirketi erken tasfiyeye götürebiliyor.
Dünya üç yöntem izliyor
Dünyada genel uygulamalara bakıldığında izlenen yöntemler, kategorik olarak üç başlık altında toplanabilir;
Taraflar arası uzlaşma / Mahkeme gözetiminde uzlaşma / Karma yöntemler
Taraflar arası uzlaşma herhangi bir resmi kurumun ya da mahkemenin yönetim ve denetimi olmadan, borçlular ve alacaklıların kendi aralarında uzlaşmasına dayalı yöntemleri içerir. Özellikle maliyet, hız ve esnekliği artırması açısından etkin bir yöntem olsa da herhangi düzenleme olmadan uygulanması, yapılanmaların olumsuz sonuçlanmasına da yol açabilir.
Mahkeme gözetiminde uzlaşmanın en bilinen örneği, ABD İflas Kanunu’nun 11’inci bölümüyle düzenlenen durumdur. Tekrar ticari hayata devam etmeyi amaçlayan şirketlerin başvurabildiği bu mekanizmayla ihtisas mahkemesi gözetiminde borçlu, alacaklılara karşı geçici koruma alabilir, buna mukabil şirket alacaklılar ya da mahkeme tarafından atanan kayyum eliyle yönetilir.
Benzer yöntemler farklı biçimlerde başka ülkelerde de uygulanıyor. Bu yöntemle borçlunun plana onayı gerekmediği gibi alacaklılar arasında oybirliğine ihtiyaç duyulmadan nitelikli çoğunlukla karar oluşturulabilir, mahkeme tarafından alınan bu kararlar tüm taraflar için bağlayıcıdır. Buna karşın süreç her zaman şirketlerin eski hukuki durumlarına geri dönmelerini sağlayamayıp tasfiyeleriyle de sonuçlanabiliyor. Yöntemin en önemli dezavantajı kriz dönemlerinde başvuru sayısının artmasıyla, işlem/karar sürelerinin çok uzayabilmesine yol açmasıdır. Ayrıca sistemin doğru çalışması yeterli miktarda ihtisas mahkemesi, yargıç, uzman ve bağımsız danışmanla geçici şirket yönetimi konusunda uzman kayyumların var olabilmesine bağlıdır. Bu nedenle tek yöntem olarak belirlenmesi, ancak çok uzun sürecek başarılı bir geçiş süreciyle anlamlı olabilir.
Eğilim karma yöntemden yana
Karma yöntemler bu iki yaklaşımın aynı anda uygulamada olduğu, belli koşullar ya da gelişmeler ışığında birinden diğerine geçilebilen sistemlerdir. Bugün dünyada birçok gelişmiş veya gelişmekte olan ülkede karma yöntemler kullanılıyor.
Genel uygulama, karma model uygulayan ülkelerin mahkeme dışında yapılandırmaya ilişkin izlenecek yol ve yöntemlerin belirlendiği çerçeve anlaşmalar oluşturduğunu, böylece sürecin etkinliğinin artırıldığını gösteriyor.
Bu çerçevede bilinen ilk düzenleme 1990’lı yıllarda ‘Bank of England’ tarafından geliştirilen ve finans dünyasında ‘Londra Yaklaşımı’ diye bilinen kılavuz metindir. Zamanla revize edilerek uzun süre etkinliğini koruyan yaklaşım, sonrasında Latin Amerika, Avrupa ve Uzak Asya ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede, detaylarda yerel özellikler dikkate alınarak uygulanageldi.
Yapılandırma fayda sağlıyor
Bir durum tespiti olarak; yapılandırma düzenlemelerinin çoğunlukla bölgesel veya küresel krizler sonrası ortaya çıktığı söylense de yapılan birçok bilimsel çalışma, etkin ve işlevsel yapılandırma modeline sahip ülkelerin orta ve uzun vadede ekonomik olarak çok daha önemli faydalar sağlayabildiğini gösteriyor. Başarılı bir yapılanma için geçici likidite sıkışıklığı yaşayan şirketin salt borç vadelerinin yeniden düzenlenmesi yetmez.
- Aynı zamanda şirketin yeniden sağlıklı hale getirilmesi de hedeflenmeli.
- Şirketin mevcut durumu tüm detaylarıyla analiz edilmeli, iyileşme amaçlı düzenlemeler borç yapılandırılması kararıyla ilişkilendirilmeli.
- Böylece alacaklıların almakta olduğu karar ve sağladığı desteklerin olumlu sonuç yaratması ihtimali güçlenir.
- Bu çerçevede yapılandırma süreci ve sonrasında, şirket yeniden borç ödeyebilir hale gelene dek alacaklıların şirket yönetimi üzerinde etkin olabilmeleri sağlanmalı.
Alacaklı ve borçluların izleyeceği yapılandırma süreci ve sonrasında izleyeceği yöntem ve temel ilkelere ilişkin yasal olarak düzenlenmiş kılavuz çerçeve metnin oluşturulmasıyla birlikte;
- Borçlu şirket mevcut durumunu ve iyileşme projesini alacaklılara anlatabileceği makul bir süreye sahip olabilir, farklı alacaklılar tarafından sürdürülebilecek ve tüm tarafların kayba uğrayacağı acil adımların önüne geçilebilir.
- Şirketin mevcut durumu, sağlıklı hale gelebilmek için önerdiği finansal ve operasyonel dönüşüm projesi, güvenilir ve tecrübeli uzman bir kurum/kişi tarafından detaylı biçimde analiz edilerek hazırlanacak raporla yaşayabilir, böylece katma değer yaratma kabiliyetine sahip şirketler diğerlerinden ayrıştırılabilir.
- Alacaklılar, finansal yapılandırma talep eden şirketler sağlıklı hale gelene kadar yönetim, izleme ve denetiminde etkin rol oynayabilir
- Karar alma usullerinin tarifiyle sürecin hızlandırılması ve taraflar arasında uyum içinde yürütülmesi sağlanabilir.
- Alacaklılar tarafından yapılan değerlendirmeler sonrası;
* Sunulan projenin alacaklılar tarafından kabul edilmemesi,
* Şirketin kurtarılabilir, katma değer üretebilir olmadığına karar verilmesi
* Şirket yönetimin projenin uygulanmasında isteksiz ya da başarısız olması
durumunda mahkeme gözetimine geçiş ve gerekirse hızlı tasfiyesine ilişkin adımlar atılabilir.
Kobi’ler desteklenmeli
Başarılı bir uygulama için hazırlanacak modelin, ülkenin gerçeklerine, ekonomideki aktörlerin beklenti ve ihtiyaçlarına yanıt verebilmesi önemlidir. Bu noktada milli gelir artışı ve istihdam potansiyeli için hayli önemli olan küçük ve orta boy işletmelerin, nitelikli bilgiye erişmekte güçlük çekebilecekleri, dolayısıyla herhangi bir olumsuzluk yaşanmadan önlem alabilmeleri, yaşandığında da nasıl yönetebilecekleri göz önünde tutularak eğitim ve danışmanlık desteği sağlanması faydalı olur. Bu şekilde yapılandırma ihtiyacıyla karşı karşıya kalan ihracat kabiliyeti ya da katma değerli stratejik ürün üreten Kobi’ler için alacağı nitelikli danışmanlık hizmetlerine kamu tarafının sınırlı mali destekte bulunması gündeme gelebilir.
Tüm bu uygulamaların hayata geçirilmesi aşamasında ilgili tüm tarafların görüşleri alınmalı, uygun bulunan modelle ilgili tüm yasa ve yönetmelikler, kararnamelerin ilgili bölümleri (Borçlar Kanunu, Bankalar Kanunu, İcra İflas Kanunu, Karşılıklar Kararnamesi vb) birbirleriyle uyumlu olacak şekilde eşanlı yeniden düzenlenmelidir.
Ülke gerçeklerine ve ekonomik özelliklerine uygun işlevsel bir yasal altyapının oluşturulması ve etkin çalıştırılabilmesi halinde şirketlerin üretim gücünün korunmasının yanı sıra, bankaların aktif kalitesinde hızlı bir aşınma yaşanmasının önüne geçilebilir ayrıca orta ve uzun vadede yatırım ortamının daha da iyileştirilmesi mümkün olabilir.