Yapılandırma ne ayıp, ne de suç!
Başta iki büyük grup olmak üzere ‘kredi yapılandırma’ talepleri peş peşe geldi. Bu konu şu sıralar iş dünyasında en çok konuşulan konulardan biri. Belki bir süre daha öyle olmaya devam edecek.
Böyle zamanlarda, ne olup bittiğini daha iyi kavramak için büyük resme bakmanın önemli olduğunu düşünürüm. Akut gelişmeler kadar, eğilimler de önemli…
Bazen bir alandaki gelişme sizi çok farklı noktalara sürükleyebiliyor.
Biraz geri çekilip, bütünü görmeye çalışmak faydalı olabilir…
Bu duygu ve düşüncelerle, ‘ekonomik gidişatı’ Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın’a sordum…
Önce rakamlardan konuştuk…
Aydın’ın verdiği bilgiye göre, 2018’in ilk üç ayında krediler büyümeye devam ediyor. Sabit kurlarla bakarsanız, geçen yılsonundan bu tarafa yüzde 17 artış var kredilerde...
Geçen yıl ile kıyaslarsak?
“Bu yıl artış geçen yılın aynı dönemine göre daha hızlı” bilgisini paylaştı Bankalar Birliği Başkanı ve devam etti; “2017’nin ilk 3 ayında yüzde 14 artmıştı krediler. Bu yıl yüzde 17. Geçen yılsonuna göre ise bir yavaşlama var. Makul sayılacak bir yavaşlama içinde...”
Sonra ekledi:
“Geçen yıla özel düzenlemeleri dikkate alıp, kredilerin seyrini o çerçevede değerlendirmek lazım.”
Ya mevduat…
Orada durum nasıl?
“Mevduat da artıyor. Kredilere göre daha yüksek bir oranla artıyor. Reel olarak kredilerin seyrinde önemli bir değişiklik yok. Ancak mevduatta toparlanma var.”
Nasıl bir toparlanma var mevduatta?
“Mevduat artışı hem geçen seneden, hem yılsonundan daha hızlı. Bu yıl özellikle TL mevduat artışında hızlanma var. Repo hacminde de yavaşlama azaldı. Mevduatta asıl dikkati çeken olumlu gelişme tasarruf mevduatındaki artışın hızlanması…”
Nedir TL bazında mevduattaki artış oranı?
“Toplam mevduatta artış oranı Mart sonu itibariyle yüzde 12. Türk Lirası mevduatta ise yüzde 17. Yabancı para mevduatta ise düşüş var.”
Oranlar tamam da, miktar olarak durum nasıl kredi ve mevduat artışında? Ve tabii, krediler ile mevduat dengesi nasıl seyrediyor?
“Kredi mevduat dengesini iyileştiren bir seyir var ilk üç ayda. Krediler geçen yıl ilk üç ayda 78 milyar lira artmıştı. Bu yıl ise aynı dönemde 56 milyar lira arttı. Mevduat ise geçen yıl 20 milyar lira artarken bu yıl 32 milyar lira büyüdü. Bu sayede, kredi ile mevduat arasındaki fark yarıya düştü…”
Değerlendirmesini şöyle bağladı:
“Geçen yıla özel düzenlemeler dikkate alındığında, bu yılın ilk üç ayında kredilerin seyrini başarılı değerlendirmek gerekir.”
★ ★ ★
Peki, bundan sonra neler bekleyebiliriz?
“Veriler, bankaların hükümet tarafından öngörülen yüzde 5-5.5 düzeyindeki büyümenin gerçekleşmesi için gerekli finansmanı sağlamakta olduğunu gösteriyor” diyor Bankalar Birliği Başkanı…
Aydın’ın değerlendirmesi gayet ‘makul’ görünüyor. Ama bugünkü eğilimlerin değişmeden devam etmesi koşuluyla… Çünkü görünen o ki, kredilerin geçen yıl ile aynı tempoda büyümesi pek kolay değil!
Neden derseniz, söyleyeyim;
Bir kere, kredi talebi eskisi kadar güçlü değil. Bildiğiniz gibi, geçen yıl iç talebi canlandıran pek çok tedbiri devreye soktu hükümet. Vergi indirimleri, istihdam kampanyası… Bu yıl da bazı destekler açıklanmaya devam ediyor ancak geçen yıl KGF’nin lokomotifl iğini yaptığına denk bir hamle henüz gelmedi. Hükümetin piyasayı rahatlatacağı düşünülen, bütün iş dünyasının desteklediği ‘devreden KDV’ ile ilgili düzenlemesi Meclis Genel Kurulu'nda kabul edilmedi. Şapkadan bu kez nasıl bir tavşan çıkacak hep birlikte göreceğiz...
İki; dışarıdan gelen finansmanın maliyeti arttı. Nereden baksanız, 100-150 baz puan yükseldi. Bu hem borçlanacak Türk bankaları için hem de borç verecek yabancı bankalar için bir başka yavaşlatıcı unsur. Ayrıca, Türk bankalarının eninde sonunda yurtdışından kullanacağı da bir miktar var. Orada da belli bir doygunluğa gelindiği sır değil. Bu süreçte, ister aşırı politik bir tavır olarak görüp derecelendirme kuruluşlarına ateş püskürelim, istersek ‘ya ne bekliyorduk ki’ yaklaşımında olalım bir gerçek var ki, bu süreçte Türkiye’nin notu iki kademe birden düşürüldü. Bunun hiçbir etkisinin olmayacağını düşünmek fazla iyimserlik olur.
Üç; reel sektörün maliyetleri artıyor. Enerji fiyatları başta… Petrolün varili 35 dolardan 70 dolara yaklaştı. Buralarda kalsa bile, ki beklentiler o yönde, yine de maliyetler üzerindeki baskısı sürecek. Nikel, alüminyum, bakır gibi reel sektörün ara malı olarak büyük oranlarda kullandığı emtia da öyle. Kurlardaki artışın şirketlerin bilançolarını etkilediği ortada. Yeni kredi almak için teminatlar yetecek mi? Bu da ister istemez kredi alış verişini daha stresli hale getiriyor. Hiçbir şeye bakmıyorsa, yüzde 15 civarında artan Üretici Fiyat Endeksi’ne bakanlar geleceğe ilişkin bir dizi soru da soruyor haliyle…
★ ★ ★
Bu gelişmelerin yanı sıra, kredilerin hız kesmesinde faiz oranlarının yüksekliği de önemli bir rol oynuyor. Çok canlı bir dönem olsa üzerinde o kadar da durulmayacak da olsa, şimdi reel sektörün iştahını daha fazla kesiyor.
Özetle; bugün olduğu gibi, önümüzdeki dönemde de, Türk Lirası üzerinde likidite baskısı, para piyasalarında öngörülebilirliğin azalması, dış finansman ihtiyacının devam etmesi, üstelik daha pahalı olması, bazı sektörlerin sınırlı bir yavaşlamaya dahi tahammülü olmaması, sektör ve şirket bazlı sorunlar nedeniyle bankaların kredi standartlarını sıkılaştırması en önemli konular olmaya devam edecek…
★ ★ ★
Tabii bu süreçte iki cephedeki gelişmeler çok önemli…
Bir; hükümetin ne yapacağı…
İki; yurtdışı piyasalardaki gelişmeler…
Yurtdışı rahat olsa da olmasa da yapabileceğimiz bir şey yok. Çünkü kontrol etme gücümüz yok. Ama aklına fikrine güvendiğimiz uzmanlar ‘yurtdışının çok da rahat olmadığının’ altını bir süredir kalın kalemle çiziyor.
O zaman ne yaparsak kendimiz yapacağız. KGF’de bir ikinci tur gelir mi? ‘Gelsin’ diyenler az değil. Turizmciler, denizciler, başka sektörler…
Bilindiği gibi, 55 milyar liralık bölüm zaten henüz kullandırılmadı. Bu miktar, teknoloji yatırımı yapanlara, imalat sanayine yatırım yapanlara ve ihracata dönük yatırımlara diye şart konulmuştu zaten. Duyumlar, Hazine’nin bu konuda işi sıkı tuttuğu yönünde… Kullandırılacağı ilan edilen bu tutara ilişkin yılın ilk çeyreğinde harekete geçilmemesi de bu duyumları güçlendiriyor.
Görünen, Hazine bu parayı kullandırırken ‘nokta atışı’ yapacak diyenler haklı çıkacak.
Öte yandan, malum önümüz seçim… Bu yıl da farklı tatlandırıcıların devreye sokulması sürpriz olmaz.
★ ★ ★
Gelelim, kredi yapılandırmalarına…
O konudaki değerlendirmesini de sorduk Bankalar Birliği Başkanı’na…
Aydın’ın özenli bir dille vurguladıklarından benim anladıklarım özetle şöyle:
“Şirketlerin likiditelerinde, çok farklı nedenlerle sıkışmalar olabilir. İçeriden ya da dışarıdan pek çok gelişme etkide bulunabilir. Dün de oldu, bugün de oluyor, yarın da olacak. Ama dün de yönetildi, bugün de, yarın da yönetilecek.”
Peki, bugün bazı büyük grupların da işin içine dahil olduğu süreç?
“Kesinlikle, yönetilebilir. Ekonomiye değer katan, üretim yapan ya da yatırımları üretime dönme aşamasında olan, ihracat bağlantılarında yeni gelişme alanları bulan, istihdam sağlayan, dolayısıyla bu ülkenin değerleri olan müşterilerimize yardımcı oluyoruz. Olacağız da… Ödemeye niyeti olan bireysel ya da kurumsal bütün müşterilerimize. Ödemeye ek süre vermek, vadeleri uzatmak… Bankalarımız geçmişte de yaptı, bugün de yapıyor. İleri de de yapabilecekleri bir uygulama…”
Sadece şirketler değil, bazen bankalar da ihtiyaç duyabilir yapılandırmaya…
“Aynen, olabilir. Ayrıca, bu sadece bizde değil, dünyada da genel kabul görmüş bir uygulama. Bugün bankalar da sendikasyon kredilerinde yurtdışından aynı süreler içinde ama farklı koşullar için veya aldıkları kredilerde vadelerin uzatılması için talepte bulunuyorlar. Ve bu talepler yerine getiriliyor.”
Belli bir sektör dikkat çekiyor mu yapılandırma taleplerinde?
“Hayır! Herhangi bir sektörde özel bir sıkıntı görmüyoruz” diye yanıtladı Hüseyin Aydın ve bir noktaya daha dikkat çekti:
“Her yapılandırılan kredi de sorunlu demek değil. Vade uyumsuzlukları yaşanabiliyor. Nakit akışında ortaya çıkan dalgalanmalar da masaya oturmak için bir neden. Ekonomi, dinamik bir süreç. İş dünyasında koşullar değişebiliyor. Değişen koşulları dikkate almak, buna göre gerekliyse revizyona gitmektir zaten doğru olan. Revizyon gerektiğinde de her zaman bir araya gelip şartları tekrar değerlendirdik.”
Ardından ekledi:
“Önemli olan, yapılandırma isteyen şirketlerin güçlü teminat yapılarının olması, güçlü üretim değerlerinin olmasıdır. Ödeme niyetlerinin olmasıdır. Yoksa yapılandırma ne ayıp, ne de suç! Ne banka hakkından vazgeçiyor, ne de şirketler. Bütün bunlar açık, şeff af, ilgili otoritelerin bilgisi dahilinde ve yakından izlediği konular…”
★ ★ ★
Yapılandırma talepleri belki de büyük gruplardan, üstelik peş peşe geldiği için biraz kafalar karıştı. Vade uyumsuzlukları ciddi sorunlara yol açabiliyor. Güçlü grupları bile sıkıntıya sokabiliyor…
Bankalar, en üst düzeydeki temsilcilerinin ağzından, yapılandırmanın ‘normal’ olduğunu, üzerlerine düşeni yapacaklarını açıklıyor.
Konuyla ilgili sohbet ettiğim bankacılık sektörünün deneyimli bir başka ismi, bu yaklaşıma ilişkin fikrini sorduğumda, “Ne bekliyorsunuz ki? Bu durumda ne yapacak yani bankalar? Bu şirketlerin üzerlerine gidip ülkenin önemli değerlerini yok mu etsin?” diye karşılık verdi.
★ ★ ★
Tabii, yeniden yapılandırma isteyen gruplar neden bunu talep ediyor, ayrıntılarıyla bakmak gerekiyor.
Kabul edelim ki, son dönemde piyasadaki likidite bolluğu da firmaları biraz bu yöne itti. Hani, beni bu havalar mahvetti denir ya…
Bir bakıma öyle…
Şirketler, hızla bir takım projelere girdi. Bunların finansmanı için dövizle mi, lirayla mı borçlandıklarına pek dikkat etmedi. Vadeye de…
Sadece büyük holdingler ya da şirketler de değil…
Ekonomik yaşamın en alt birimlerinde, bireyler bazında da benzer sıkıntılar yaşanıyor.
Yine sohbet ettiğim bir başka bankacı, “Türkiye’de kaç kiracı ev sahibine kirasını gecikmeli ödemek durumunda kalmıştır. Öğrencisinizdir, memleketten paranızın gelmesi gecikmiştir. Ev sahibinden gelene kadar erteleme talep edersiniz. Ya da hangimiz, kiracımızın eli sıkışıksa 3-5 gün sonra ödeyeceğim dediğinde buna rıza göstermeyiz?” diyor.
Hemen söyleyeyim; bütün bunlar, ‘yapılandırma isteyenlerin hiç hatası yoktur, dış koşulların etkisidir’ anlamına gelmez…
Mutlaka hatalar yapılmıştır. Yaptığı yatırım yanlış olabilir, başına koyduğu yönetici doğru bir seçim olmayabilir. Sıkıntılar, doğrudan yönetim kurulu ya da icra kurulunun aldığı yanlış kararlardan da kaynaklanıyor olabilir.
Ya da bambaşka nedenlerden…
★ ★ ★
Öte yandan, ‘bankaların hiç mi kabahati yok, bu sıkıntılar ortaya çıkmadan yol gösterseydi çok daha iyi olurdu’ diyebilirsiniz…
Haklısınız.
Ya gazetecilik açısından?
Nasıl davranmalıyız?
Açık ki, insanlar içinde yaşadıkları toplum hakkında bilgi sahibi olmak istiyor.
Bir firma sıkıntıdaysa, yeni bir gelişme varsa bilgilenmek istiyor. Bilgilenme yemek, içmek gibi doğal hakkımız…
Gazeteciler haberlerini yapacak…
Ama kimsenin spekülatif amaçlarına alet olmadan…
Yayıncılığın ve gazeteciliğin sorumluluğunu taşıyarak…
Elde liste ‘şu firmada şöyle sıkıntı var, bunda böyle sorun var’ diyenlere mesafeli yaklaşacağız.
Manipülasyona karşı uyanık olacağız. Sanki özel bir haber veriyor gibi yaklaşanların aktardıkları enformasyonu eleştirel aklın süzgecinden geçireceğiz…
Kulis bile yazsak, en az iki-üç kaynaktan doğrulatarak vereceğiz haberimizi…
Her gün bir başka sözde haberin havada uçuştuğu bu ortamda yaklaşımımız bu olacak.
Paylaşmak istedim…