Yangın soğutma çalışmaları
Durumun vehametini 6 ay kadar geç algılama hatasını bir kenara bırakırsak, ABD ekonomi yönetimi bugüne kadar böyle bir krizde alınması gereken acil likidite tedbirlerini hızlı ve zamanında alarak finans piyasalarındaki yangını bir ölçüde kontrol altına almayı başardı. Fannie Mae ve Freddie Mac olarak bilinen ve dolaylı olarak ABD'nin konut kredilerinin yarısına yakınının fonlamasını yapan ve zaten zımni devlet desteği altında olduğu bilinen kuruluşların resmen devletleştirilmesi de doğru bir hareketti. Ancak, yangın henüz tam olarak söndürülmüş değil. Yangın bölgesinden fırlayan kozalakların yeni ama daha küçük çaplı yangınlar oluşturma ihtimali halen devam ediyor. Örneğin, Lehman Bros. bankasının iflas ettirilmesi, hiç hesapta olmayan bir bizde B-tipi yatırım fonu olarak bilinen "money market mutual fund" krizini de beraberinde getirdi. Bazı yatırım fonlarının düne kadar AAA derecesine sahip olan Lehman'ın tahvillerine yatırım yapmış olması, bu tahvillerin değerinin sıfırlanmasıyla (pardon sıfırlanmadı, 1 dolara 18 cent'e düştü!) söz konusu yatırım fonlarının zarar yazmasına ve dolayısıyla en güvenli sayılan bu enstrumanların getirisinin de negatife düşmesine sebep oldu. Yönetim acilen hiç hesapta olmayan bir şekilde bu fonların ana para kısmını garanti altına almak durumunda kaldı. (Lehman'ın akıl almayacak bir şekilde bugüne kadar hiçbir düzenleme ve denetlemeye tabi olmayan 62 trilyonluk kredi sigortası (CDS - credit default swaps) piyasasının en büyük oyuncularından birisi olması da önümüzdeki günlerde ciddi problemlere sebep olacaktır.)
Her ne kadar daha riskli konumda ve batmaya yakın olduğu bilinse de, Lehman önceki haftasonu iflas ettirilirken, Merrill Lynch ve Goldman Sachs'in kurtarılması da finansal piyasa oyuncuları arasında güvensizliği körükleyerek "kim iyi, kim kötü?", "kim kurtarılacak, kim kurtarılmayacak?" gibi belirsizliklerin artmasına ve dolayısıyla bankalararası piyasaların tekrar sıkışmasına sebep oldu. Söz konusu bankaların hisse fiyatlarının yüksek miktardaki açığa satış nedeniyle aşırı düşmesi karşısında alelacele finans kuruluşlarının hisse senetlerinde açığa satış işlemlerinin geçici olarak yasaklanması da bence piyasalarda istikrarı sağlamaktan çok, endişeleri artıran bir hareket oldu. Açık pozisyonların mecburen kapatılması nedeniyle borsaların geçici bir toparlanma yaşamış olması işlerin düzeldiği şeklinde bir algılama yaratmamalı. Asıl problem "açığa satış" gibi hisse senedi piyasasının çok önemli bir enstrumanının bir çırpıda devreden çıkarılması. Böyle "ad hoc" sayılabilecek tedbirlerin alındığı bir piyasada yatırımcılar mümkün olduğu kadar likite dönmek dışında ne yapabilirler ki? Ayrıca açığa satışın yasaklanması "hedge" fonlarını ciddi bir zarara sürükleyerek, istemeden de olsa krizde yeni bir fasılın başlamasına da sebep olabilir. Açık söylemek gerekirse, korkum yeni iflasların "hedge" fonlardan gelmesi ihtimalinin artmış olmasıdır. Geçen seneden beri ciddi şekilde kan kaybeden bu fonlar, son dönemde yatırım stratejilerini değiştirerek emtialara yatırım yapmışlardı. Nitekim, bu seneki yarıyıl kârları da oldukça iyi geldi. Ancak, Haziran sonundan beri petrol ve diğer emtia fiyatlarında ciddi gerilemeler söz konusu oldu. Bir kısmı "kısa" pozisyona geçmiş olsa bile bir kısmının bu pozisyonlarda kaldığı kanısındayım. Açığa satışın yasaklanmış olması da, özellikle finansal kuruluşların zayıf performans göstereceğine "bet" eden hedge fonların elini ayağını bağlamış vaziyette. Ayrıca kaldıraçlı (borçlu) pozisyonların kapatılması konusundaki baskılar da "hedge" fonları zorlayacaktır.
Öte yandan, artık bir an önce yangın soğutma çalışmalarına da başlanması gerekiyor. (Daha sonra ise sıra yeni yangınlar çıkmaması için alınması gereken düzenlemelere gelecek. Ama buna daha zaman var.) Ancak, günümüzün küresel finans piyasaları ve karmaşık finansal enstrumanları, krizle ilgili önlem paketinin üzerinde çok iyi düşünülerek kurgulanması gerekliliğini de beraberinde getiriyor. Bugünün piyasaları ne Büyük Buhran, ne 80'lerin tasarruf sandığı (S&L) krizi, ne de 90'ların Japonya'sı dönemindeki piyasalara benziyor. Özellikle son 10 yılda çok hızlı büyüyen ve bu kriz sonrasında büyük ölçüde illikit duruma düşen ABD'deki "gölge bankacılık sistemi" ile ilgili bir kaç rakam olayın büyüklüğünü gözler önüne serecektir. 2.2 trilyon doları kısa vadeli finansman bonosu, 2.5 trilyon doları repo, 1.8 trilyon doları "hedge" fonları ve 4 trilyon dolar kadarı da diğer menkul değerlerde bulunan toplam 10.5 trilyonluk bir piyasadan bahsediyoruz. Bir karşılaştırma yapmak için ABD'deki mevduat bankalarının aktif toplamının 10 trilyon dolar civarında olduğunu da belirteyim.
Gelelim 700 milyar dolarlık kurtarma paketine. Bu paketin miktarının çok olduğu, ABD maliyesine büyük yük getireceği, enflasyonu körükleyeceği ve doları zayıflatacağı gibi savlara katılmıyorum. Halihazırda ABD'nin kamu borçları milli hasılasının %52'si civarında. Bu çok büyük bir rakam değil. 700 milyara bugüne kadar yapılan harcamaları da eklesek borçların 1.3 trilyon dolar, yani milli hasılanın %10'u kadar artacağını görüyoruz. Bu yönetilemez bir miktar değil ve bazılarının iddia ettiği gibi ABD'nin ülke notunu düşürecek bir miktar hiç değil. Ayrıca, nasıl bizim TMSF zaman içinde Hazine'den aldığı borçları kısmen geri ödüyorsa, üstlenilen bu problemli varlıklar (toxic assets) da uzun vadede tekrar satılarak harcanan paralar kısmen geri alınabilecektir. Bu amaca yönelik olarak süratle S&L krizinde kurulmuş olan RTC (resolution trust corporation) tarzı bir varlık tasviye şirketi yaratılması da gerekiyor.
Kurtarma operasyonu ile ilgili başka teknik problemler de var. En önemlisi 1 liralık batık borcun kaç kuruştan geri alınacağı. Eğer borç yüksek bir fiyattan geri alınırsa, devlet zarar etmiş olacak. Fazla düşük değerden satın alınması durumunda ise finansal kuruluşlar daha da fazla zarar yazmak durumunda kalacaklar. Ayrıca tasarı bu kararları alacak olan Hazine Müsteşarlığı'nın ileride doğabilecek tüm kanuni müeyyidelerden muaf tutulmasını öngörüyor ki, bu da ciddi bir "ahlaki tehlike" riski oluşturuyor. Zaten kendisi de Goldman Sachs'in eski CEO'su olan Paulson'ın varlık geri alım fiyatlarını yüksek tutarak finans şirketlerine kıyak geçme ihtimalinin yüksek olduğu da konuşulanlar arasında.
Plan ile ilgili en çok eleştirilen nokta ise devletin "de facto" batmış olan finans şirketlerine böyle bir kıyak yaparken, neden söz konusu şirketlerden hisse payı almasının düşünülmediği. Böylece devlet söz konusu şirketlerin temettü ödemeleri gibi önemli kararlarında da söz sahibi olabilir. Ancak bütün yedikleri dayağa rağmen ekonomi yönetimi içinde güçlü bir lobisi olan finans şirketlerinin böyle bir seçeneğe hiç de olumlu bakmadıkları ortada. Kısaca onlar kârların kendilerine kalmasını, zararların ise ABD hükümeti vasıtasıyla vatandaşa çıkarılmasını arzuluyorlar. Bu durumun kapitalizme ve serbest piyasa kurallarına ne kadar uygun olduğunun cevabını ise size bırakıyorum.