Yalnızca çanağındaki bala güvenmişti
Ben, düş dünyalarına sığınmayı Yaşar Kemal’den öğrendim.
Önce kitaplarını hatmettim, sonra yenilerini, yayınlanmasını bekleyemeyip henüz gazetelerde tefrika edilirken okudum. Stendhal’le Çehov’la, Kafka ile Dostoyevski’yle daha içli dışlı olmaya beni onlar yönlendirdi.
Ve içimizdeki sakladığımız bir duygunun edebiyata yansımasını, romanları daha da sahici kılmasını Yaşar Kemal’in eserlerinde buldum: Korkuydu bu. Çocukların korkularıydı, insanlığın korkusuydu. Ona yenik düşmemek, üzerine üzerine yürümek çabasıydı.
Seksenli yılların ortasıydı. Toros Yayınları’nın sahibi sevgili Raşit Gökçeli ile birlikte “Kimsecik” üçlemesinin ikincisi “Kale Kapısı” nın ilk okumalarını yapıyorduk. Yaşar Kemal’in bütün kitapları Toros’ta yeniden basılıyordu; eskiler üzerinde epey çalışmıştık Raşit’le; bu kitap ise elyazılarından sayfalara dönüştürülmüş bir ilkbasımdı. Sık sık sorularımız oluyordu Yaşar Kemal’e, büyük edebiyatçı, hemen yanıbaşımdaydı; kimi zaman yayınevinde, kimi zaman Arif’in Çiçek Bar’ında, kimi zaman uzun yürüyüşlerde; bazen romanlarını yazarken kapandığı TURBAN tesislerine benim arabamla giderken uzun yolculuklarda.
Bütün romanlarını yürürken kafasında yazdığını, sonra kâğıda döküldüğünü biliyor muydunuz?
Onu yakından tanıyor, herkesle dost oluşunu, şakalaşmalarını, hep çevresindekileri ön planda tutuşunu, övüşünü hayranlıkla izliyordum. Kimseyi eleştirmiyor, küçümsemiyordu. Halk içinde yetişmişti. Okuryazarlığı öğrenmeseydi, kendi deyimiyle belki de Anadolu’nun bir köyünde, kasabasında destan anlatıyor, türkü söylüyor olacaktı. Ama o, yolunu ta çocuklukta çizmişti. Hep bizden biri olacak, öyle kalacaktı.
Geleneği, yerel kültürü özümseyecek, ama ona asla öykünmeyecek, kendi dilini yaratacaktı. Ve bütün kitaplarında, konuşmalarında bize umudu aşılayacaktı. Bencillikler, kötülükler, çürüme, cinayetler, düşmanlıklar karşısında mitlere ve düşlere sığınan bizlerin böylelikle yok edilemeyen güzelliklerin farkına varabileceğini söyleyecekti. Benim hayatımda da öyle oldu. Çünkü, hocalarımdan birisiydi Yaşar Kemal. Çanağında balın olsun, arısı Bağdat’tan gelir. Ondan öğrendiklerimden birisi de buydu. Tüm yaşamı boyunca dik durmuştu yaşadığı birçok sıkıntıya rağmen. Yalnızca çanağındaki bala güvenmişti. Düşünün, daha seksenli yılların başlarında neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrilmişti.
Yaşar Kemal’le 90’lardan sonra pek sık görüşemesek de 1997’de Frankfurt Kitap Fuarı’nda Alman Yayıncılar Birliği Ödülü’nü, 2012’de Fransa’nın en üst düzey ve seçkin nişanı “Grand Off icier dans l’Ordre National de la Légion d’Honneur”ü alırken de yanında oldum. O törenlerde beni çok etkileyen, kaydettiğim harika konuşmalar yaptı. Her karşılaşmamızdaki şakalarını da çok arayacağım, ama tesellim büyük, biliyorum ki öğrettikleri ve eserleriyle bende daima yaşayacak.