Yalancı bahar!..
Geçtiğimiz hafta genelinde, gerek küresel düzeyde gerekse ülkemizde finansal piyasaların yaşadığı eğilim ve bazı değerlendirmelere bakarak işlerin düzelmeye başlayacağı kanaatine varmak pek gerçekçi görünmüyor. Zira bunun için yaratılan gerekli şartların yapay bir şekilde oluşturulmuş olması, yeterli şartların ise yokluğu olumlu düşünmeye izin vermiyor. Evet finans kesiminin toparlanması gereklidir, fakat bu durum diğer kesimlerdeki toparlanmanın bir sonucu olarak oluşmuyorsa da piyasa manipülasyonu şeklinde beklentileri yönlendirmek amacı ile görüntüden ibaret kalıyor ise şüphe ile yaklaşmak gerekir. İşsizlik kalıcı olarak azalmaya başlamadığı sürece geçici duraklamalar yaşansa bile olumsuzlukların belirleyici olma ihtimali yüksektir.
Finansal piyasaların geçtiğimiz hafta açıklanan verilerden olumsuz olanlara tepki vermez iken olumlu olanı abartması sürpriz değildir. Güven kaybına neden olan yaklaşımlar tekrarlanmaktadır. Evet büyüme rakamı geçmiş ile tüketici güveni ise gelecekle ilgilidir; ancak olağandışı dönemlerde normal dönemmiş gibi yorum yaparak pozisyon almakta amatörlükten öteye gidemez. ABD ekonomisi bu yılın ilk çeyrek döneminde yüzde 6,1 küçülmüş; tüketici güveninde yukarı yönlü kıpırdanma var ve yetkililer yeni bir ivmeleme paketine gerek olmadığını beyan ediyor; finansal piyasalar ise mevcut seviyelerini korumak adına maniple ediliyor. Bir an düşünün ekonomik daralma beklentisi yüzde 4,9 iken açılanan veri çok daha kötü çıkıyor; bu ekonomiye ilişkin mevcut tüm beklentilerin gerçekçi değil aşırı iyimser olduğu anlamına geliyor; örneğin bütçe açığı daha büyük sorunlu krediler çok daha hızlı büyüyor gibi... Fakat finansal piyasalar beklentileri güncelleyemiyor... Yoksa her şeyin kontrolden çıkıcağından mı korkuyor!
Genel durum ülkemiz açısından da pek farklı değil; BDDK Başkanı 2008 sonunda yüzde 3,6 olarak açıkladığı sorunlu kredi miktarının halen yüzde 4,4 olduğunu ve mali sektörün görece güçlü rakamlarla açıklıyor. Merkez Bankası Başkanı toparlanmanın 2010 da olacağını söyleyip enflasyondaki gerilemeye paralel olarak kısa vadeli faizlerdeki gerilemenin devam edeceği, gelir idaresi konusunda IMF ile uzlaşıldığı müjdelerini veriyor; yılın ilk çeyreğindeki ekonomik daralmanın çift haneli olabileceğini de ilave ediyor! Bu aşamada sormak gerekiyor ekonomik daralma bu kadar sert iken sorunlu kredilerdeki artış yok denecek düzeylerde kalabilir mi? Belirsizliğe odaklanmış iken nisan ayı ihracat rakamları geliyor; bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 33,7 oranında gerileyerek 7,5 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiş. Bu kez soruyu yineliyoruz; iç ve dış talebin büyük bir hızla daraldığı, bütçe açığının kontrolden çıktığı ve işsizliğin anormal bir şekilde arttığı bir dönemde bankacılık sektörünün gücünün koruması ve finansal piyasaların ilk baharı yaşaması normal midir? Yoksa çaresizleşen piyasaların saçmalamaya, güven bulanalımını aşmak adına itibar tüketmeye devam etmesi midir?..
Gelir dağılımı bozukluğu ve olumsuz rekabet koşulları nedeniyle talebin kronikleşen bir şekilde daralması normaldir. Böyle bir durumda faizleri düşürerek para politikasını gevşetmenin, veya vergi oranlarını gerileterek maliye politikası uygulamasının toplam talep üzerindeki etkisi sınırlıdır. Bu ortamda yeni yatırımda arz fazlası veya talep yetersizliği nedeniyle mümkün olmadığı için işsizlik artar, ekonomi daralır ve asıl önemlisi hem daha önce verilmiş kredilerin geri dönüş oranı düşer, hem de bütçe açığı hızla büyür. Para ve maliye politikası uygulamalarının fayda etmediği böyle ortamlarda beklentileri yönlendirmek, talebi artırarak ekonomiyi canlandırmakta olası değildir. Hele hele kur yükselir endişesi ile faizlerdeki düşüşün kredilere yansıtılamadığı, mali sektör daha fazla yıpranmasın diye maliye politikasının kullanılamadığı ve çözümün IMF kapısında arandığı bir ülkede durumun düzelmesi hiç mümkün değildir. Mevcut istihdamı koruyamayan, veya borç verenleri üzmemek adına yapılması gerekenleri yapamayan bir ekonomide durumun daha kötüye gitmesi kaçınılmazdır.
Çözümü kendi yaptıklarında değil de küresel olumsuzlukların düzelmesinde aramak zorunda kalan ve toplumu buna göre yönlendirmeye çalışan kesimlerin durumu düzeltmek adına yapabileceği fazla bir şey yoktur. Onlar küresel olumsuzlukların düzelmeyecek olduğunu çok iyi bilseler bile bunu herkesten gizler ve masal anlatmayı sürdürürler. Zira çıkarlarını yabancı sermaye ile özdeşleştirip, bu ülke insanınınki ile çatışır hale gelmesini önleyemeyenler, gerçekçi ve basiretli olamazlar. Rekabet koşulları ve gelir dağılımındaki olumsuzluklar büyüdükçe beklentileri yönlendirerek günü kurtarmanın bile mümkün olamayacağını göremezler; çözümlerin önündeki en büyük engelin kendileri olduğunu kabul edemezler... Kuralsızlıktan beslenenler mevcut sorunların ağırlaşmasını önleyemez ve süreci terse çeviremezler, fakat statükoların korumak adına her şeyi yapabilirler. Hal böyle olunca onların gücü azalmadan çözüm yollarının açılması pek olası görünmüyor... Güçlü olmak adına eşitsizliği aşırıya kaçıranlar yakında kendi bindikleri dalı kestiklerini anlayacaklar, ama çok geç olacak!..