“Yalan gerçekler”
Politikacının beden dili
Politikacının karısına sormuşlar: “Yıllardır berabersiniz. Herhalde kocanızın beden dilini çözmüşsünüzdür. Biliyoruz ki, politikacılar yalan da söyler zaman zaman. Acaba kocanızın yalan söylediğini nasıl anlarsınız?” Politikacının karısı gülmüş. “Çok basit. Yüzüne bakarım. Eğer dudakları oynuyorsa, yalan söylüyordur”
Desteksiz sallamak
ABD’de Cumhuriyetçilerin Başkan adayı Donald Trump, bir radyo programında konuşurken şöyle bir ifade kullanmış: ”Başkan Barack Obama, İslam Devleti ISIS’in (Islamic State of Iraq and Syria) kurucusudur. Hillary Clinton (Demokratik Parti’den başkan adayı) da kurucu ortaktır. Muhafazakar radyo sunucusu Hugh Hewitt, düzeltme gereği duymuş: “Obama İdaresi Irak’tan hızla çıktı; bunun yarattığı vakumu teröristler doldurdu anlamında mı diyorsunuz?”. Ama Trump, söyleminde ısrar etmiş: “Ben, ISIS’in kurucusu demek istiyorum. Obama, en değerli oyuncusu idi. Ben kendisine “En değerli oyuncu” ödülünü veriyorum. Tabi ki, Hillary Clinton’a da.”
Gerçek sonrası siyaset
Bir deyiş vardır: Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz. Ama söz konusu siyasetçi ise, malı hepten haram ve yukardaki fıkradaki gibi, sözü, hepten yalan dolan bir devire girilmiş. Kuyruklu yalanın da ötesine geçilmiş; siyaset, sanki sırf yalan üstüne kurulan bir kuruma dönüşmüş. Buna, “Gerçek sonrası siyaset” (Post-truth politics) diyorlar.
Economist dergisi bir sayısının (Eylül 10-Eylül 16, 2016 ) kapak konusunu buna ayırmış; Yalan Sanatı (Art of the Lie) demiş. Örneğin, yukarıdaki sözü edilen konuşmasındaki gibi, Trump söylediği sözün gerçekle ilgili olup olmadığına bakmıyor; yeter ki cahil seçmenlerinin hoşuna gitsin.
Ülkelerin yalanları
Donald Trump, dünyada yalnız değil. Gerçek sonrası siyasetin dünyanın her yerinde temsilcileri var. Economist, ülkelerin yalanlarından, komplo teorilerinden örnekler vermiş.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkma kampanyasında bir dolu dayanaksız bilgi, gerçek diye sunulmuş. Örneğin, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde kalmasının maliyeti haftada 470 milyon dolar diye bir rakam dile getirilmiş. Ama kimse bunun nerden çıktığını, nasıl hesaplandığını söylememiş. Bir de bu kampanyada İngilizleri “Türkiye 2020 yılında Avrupa Birliği’ne giriyor” diye korkutmuşlar. Peter Pomerantsev, Rusya doğumlu bir İngiliz gazeteci, yazar ve TV yapımcısı. Ailesi o 10 aylıkken Rusya’dan Avrupa’ya göç etmiş. İngiltere’de okumuş. Daha sonra 2001 yılında Rusya’ya giderek orada 9 yıl bir TV kanalında çalışmış. Sonra Putin Rusyası’nı anlatan bir kitap yazmış: “Hiç bir şey doğru değil, her şey mümkün” (Nothing Is True and Everything Is Possible). Putin’nin danışmanlarından birisi şöyle demiş: “Sovyetler zamanında yalan söylediklerinde, bu yalanın doğru olduğunu göstermek için çaba harcarlardı. Şimdi ise her şeyi söyleyebiliyorlar. “Yalan gerçekler” üretiyorlar”.
“Dünyanın en tuhaf mahlûku”
Toplumlara ayna tutan, gerçeği aramada yol gösteren alt-yapı kurumları vardır: Okul, bilim, yargı sistemi ve medya. Ancak bunlarla da oynandığında işte o zaman toplumların pusulası şaşıyor. Bu kurumlara da güven kayboluyor. Yazılı basın, televizyon ve internet aracılığı ile sürekli yalanlar pompalanıyor; ülkeler, yalan gerçekler üstüne kurulan bir yalan imparatorluğuna dönüşüyor.
Bütün bu yalan imparatorlukları nasıl ayakta duruyor? Bu yalan gerçekleri yaratanlar, insanın, Nazım’ın deyimi ile “dünyanın en tuhaf mahlûku”nun, denklemini çözmüşler. Yapılan bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, insan her zaman gerçeğin peşinde değil. Kendisine sunulan bir bilgiyi içgüdüsel olarak kabul edince, bunun tersine inanmak istemiyor; kolayı seçiyor. Hatta yanlış bir bilginin doğrusu kendisine sunulduğunda, buna da inanmayıp, eski inandıklarına daha sıkı sarılıyor.
Aslında Nazım Hikmet yıllar önce çözmüş denklemi ve şöyle demiş: “Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,.., kabahat senin - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatın çoğu senin, canım kardeşim”
Sonuç
Neyse ki, çok şükür, ülkemiz kurumlarına yalan bulaşmamış, ter temiz (!)