Yabancıya KDV istisnası var da yerliye yok mu?
Yrd. Doç .Dr. Yusuf İLERİ - Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İnşaat ve konut politikası yurt dışı yerleşiklere katma değer vergisi (KDV) istisnası getirdi. Devlet, mevcut stokun eritilmesi amacıyla konut ve iş yerinin ilk tesliminde aldığı KDV’den fedakarlık yaptı. Düzenleme, KDV Yasasının 13 üncü maddesine eklenen bir hükümle yapıldı. İstisnanın, Kanunun geçici değil de asıl maddesinde yapılması kalıcı olduğunu gösteriyor. İstisnaya süreklilik verilmesi inşaat sektörünün canlı tutulmak istendiğinin somut ifadesidir. Nitekim istisnadan en çok inşaat firmaları yararlanacak. Hem daha düşük fiyatla konut ya da iş yeri satacak hem de bu konut ve iş yeri için yüklendiği KDV’yi iade alabilecek. İnşaat sektörünün canlandırılmak istenmesinin bir kanıtı da istisnadan faydalanma yönünden satın alınan konut ve iş yeri sayısına bir sınırlama getirilmemesidir. Yeter ki Tapu Kanununda belirtilen sınırlamalar aşılmasın. İstisnanın uygulanabilmesi bedelin en az yüzde 50’sinin satışa ilişkin faturanın düzenlendiği tarihten önce, kalan kısmının ise en geç bir yıl içerisinde döviz olarak getirilip satıcıya ödenmesine bağlanınca, Maliye Bakanlığı yayımladığı Tebliğ’le dövizi garantiye almaya çalıştı. Tebliğe göre döviz, Türkiye’den temin edilmeyecek yurt dışındaki döviz, Türkiye’deki bir bankaya transfere edilecektir. Eğer yurt dışındaki döviz Türkiye’ye fiziki olarak getirilirse gümrükte beyanı zorunlu kılındı.
“Yabancı” kavramını da açmak gerekiyor. Yasa, yabancı değil “yerleşim yeri”ni esas alıyor. Böyle olunca da çalışma veya oturma izni alarak altı aydan daha fazla yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları da bu istisnadan faydalanarak konut ve iş yeri almaları mümkün. Tebliğ, süreyi Yasanın çıktığı tarihe değil de konut ve ya iş yerinin teslim aldığı tarihe bağlamış. Bu durumda, bugün çalışma ve oturma izni alan bir kişi altı ay sonra gelip istisna kapsamında iş yeri ve konut alabilecek Ancak istisnanın büyük oranda yabancı”yı işaret ettiği de açık. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık bağı bulunmayan ve Türkiye’de yerleşmiş olmayan yabancı uyruklu gerçek kişiler bu istisnadan faydalanabilecek. Üstelik yabancı uyruklu kişilerin ülkemizde taşınmaz edinmelerinde “karşılıklılık” koşulu kaldırıldığında herhangi bir devletin uyruklusu bu istisnadan faydalanarak konut ve iş yeri alabilir (2466 sayılı Tapu Kanunu 35 madde).
Yasa kanuni ve iş merkezi Türkiye’de olmayan tüzel kişilere de KDV’siz konut ve iş yeri satın alma hakkı tanımaktadır. Ancak yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiler meskun mahallerde, şehir merkezlerinde konut veya iş yeri satın almalarına Tapu Kanunun 35 inci maddesi buna engel. Anılan maddeye göre, yabancı tüzel kişiler ancak özel kanun (6491 sayılı Türk Petrol Kanunu,2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu) hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı hak edinebilirler.
Bu arada insanın aklına 80 milyon yurdum insanının bu istisnadan faydalanmasının bir yolu yok mu sorusu takılıyor. Mesela, konut satın alan bir yerleşik bu durumu yargıya taşısa bir sonuç alabilir mi? Anayasamızın 73’üncü maddesine göre “Vergi, resim harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir ve kaldırılır.” Yani böyle bir sonuç yargı yoluyla değil, ancak ve ancak bir yasayla mümkün olabilir. Yerleşiklerin yargı yoluyla böyle bir istisnaya hak kazanmaları mümkün değil ama Anayasa Mahkemesi benzer bir yasayı iptal etti (15.10.2009 tarih ve E:2006/119, K:2009/145). Geçmişte bazı finansal araçların gelirlerinde yurt içi yerleşiklerde yüzde 10 stopaj gelir vergisi kesintisi yapılmaktayken “yabancı kişi ve kurumlar için bu oran yüzde 0 olarak uygulanır” şeklinde bir yasa uygulamaya sokuldu. Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi Anayasanın 2 inci maddesinde yazılı olan hukuk devleti ilkesi, 10 uncu maddedeki eşitlik ve 73 üncü maddedeki genellik ve mali güç ilkelerine aykırı gördü. Anayasa Mahkemesi iptal edilen hükmün “tersine ayrımcılık” yaptığını kararına yazdı. Yüksek Mahkeme “Gelirin niteliğinde farklılık yoksa mükellefin mukimliği farklılığın nedeni olamaz.” dedi. “Dar ve tam yükümlülük arasındaki farklılıkların biçimsel ve usule ilişkin olduğu, elde edilen gelirin niteliği ve unsurları arasında herhangi bir farklılık bulunmadığı” tespiti de kararda yer aldı.