Yabancı sermaye
Yabancı sermaye; en genel ve yalın hali ile, ülke içerisinde var olan sermaye hacminin üzerine, başka bir ülkede yaşayan kişi veya kurulu bir işletmenin sermaye olarak katkıda bulunması olarak tanımlanabilir. Söz konusu sermaye girişi nakit olabileceği gibi, teknolojik kaynaklar ve ayni girdiler şeklinde de olabilmektedir. Dünyanın globalleşmesi ve ticaretin artık çok daha kolay yapılabilir hale gelmesi, yabancı sermayenin de daha rahat hareket edebilmesine ve kolay transfer edilebilmesine yol açmıştır. Günümüz dünyasındaki istatistiklere göz attığımızda gelişmekte olan ülkelerde yapılan yatırımların % 80’e yakınının yabancı sermayelerden oluştuğunu gözlemleriz.
Belki yazının sonuna doğru yapmam gereken yorumu baştan yapmak istedim bu kez; yabancı sermayeden korkulmalı mı, gelmesi için tedbir mi alınmalı? Ülkemizde son dönemde yabancı yatırımların en çok gayrimenkule yapıldığı, 2012 yılından itibaren bu konuda serbestliğin olması ile yaklaşık 150 bin civarı konutun yabancılara satıldığı gerçeğini de göz önünde bulundurarak, bu konuda yorum yapmaya gayret edeceğim. Yeri gelmişken, Türkiye’den konut satın alan ülkelerin de başında İngilizler’in, Ruslar’ın ve Almanlar’ın geldiğini, henüz sanıldığı gibi Arap ülkelerinin satın almalarının sayısının bu düzeyde olmadığını, ancak 2015 yılında en çok satın alma yapan ülkenin Suudi Arabistan olduğunu ve Katar’ın da hatırı sayılır sayılara ulaştığının da altını çizelim. Yabancı sermayeli yatırımlardan, bu konut alımı dahi olsa, öncelikle korkmamak ve bilakis ülkeye sağlayacağı vergi ve istihdam katkıları ile, ihracata etkilerini de göz önünde bulundurarak desteklemek gerektiğine inandığımı belirtmek isterim. Zira artık anavatanına hammadde temin etme adına sömürgeci anlayışı ile yatırım yapılması dönemleri çok geride kalmıştır. Olayı daha iyi anlamak için, şöyle de izah edilebilir. Güçlü devletler ve onların yarattığı güçlü markalar; marketing yani pazarlama konusunda da çok güçlü bir altyapı ve reklam bütçelerine sahip olarak hareket etmektedirler. Bu bir ayakkabı markası, bir iş elbisesi, bir cep televizyonu, bilgisayar, tablet veya otomobil olabilir. Güçlü marka, dünyanın her yerine ürün satmayı başarırken, en uygun maliyetle de üretebilmeyi ve kendisi için en doğru üretim merkezini seçebilmeyi de başarabilmelidir. Bunun için üretim ve tabi ki yatırım yapacağı ülkenin; coğrafi konumu, vergi politikaları, ekonomik istikrarı, enerji maliyeti, işçilik maliyeti, siyasi istikrarı, çalışabilir nüfus oranı, eğitim seviyesi gibi pek çok rasyoyu da çok iyi analiz etmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında ülkemiz, özellikle Avrupa pazarına yakınlığı ve halen bir çok ülkeye göre işçiliğin daha makul seviyelerde olması ve genç nüfusu barındırıyor olması nedeniyle cazip ülke konumundadır. Ancak elbette buna vergi politikaları ve siyasi açıdan da istikrarlı ülke olma hususlarını da eklemek gerekiyor. Gelişen dünya şartları gelişmekte olan ülkelerin sermaye ihtiyacını elbette arttırmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerin de, biriken dış ticaret fazlaları nedeniyle, sermaye ihraç etmeleri bir yerde zorunlu hale gelmektedir. Karşılıklı menfaatlerin gerektirdiği ilişkiler içerisinde, ülke potansiyeli ve ihtiyaçları ile değişen dünya şartlarını iyi değerlendirmek ve yabancı sermaye yatırımlarından maksimum şekilde faydalanmakta kaçınılmaz bir gerçektir. Gayrimenkul satışının da ülkemize doğrudan ihracat geliri sağladığını göz ardı etmemek gerekir. Bugün ülkemizdeki en gelişmiş ve önemli endüstrilerden birisi inşaat sektörüdür.
Ülkemize son beş yılda en çok doğrudan yabancı sermaye çeken sektörler; finans ve imalat sektörleri; Avrupa, Kuzey Amerika ve Körfez ülkeleri ise, en çok yabancı sermaye girdisi sağlayan ülkeler olmuşlardır. Bana göre halen ülkemizin yabancı sermaye ve yatırım alma konusunda çok fazla potansiyeli bulunmaktadır. Belki de TİM’in yarattığı “Türkiye - Potansiyeli Keşfet” sloganını, YASED’in de (Yabancı Sermaye Derneği) kullanarak, yabancı sermaye yatırımlarına Türkiye’deki potansiyeli daha iyi tanıtmaları yarar sağlayacaktır.