Ya sabrımız az, ya bilincimiz

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

Geçtiğimiz on yılda Türkiye'nin başarılı bir ekonomik performans yaşaması, mali istikrara verdiği önem ile birlikte geçmişte göremediğimiz bir başka yeniliği de becermiş olmasından kaynaklandı: Ustalıklı ve özenli bir konjonktür politikası. Buna, paradoksal bir şekilde, küresel belirsizliğin uzamasının da yardımcı olduğunu söylemek mümkün. Ancak iddialı hedeflerimiz için bundan da önemli bir şeyi, sürdürülebilir ve bizim için makul (yani yüzde 5in üstünde) düzeyde bir büyümeyi gerçekleştirmemiz gerekiyor. Çok boyutlu ve birbiri ile tutarlı yapısal dönüşüm stratejilerini başarıyla uygulamaya ihtiyaç gösteren bu aşamanın daha fazla zaman ve çaba istediği açık.

Konjonktür yönetiminde başarı yetmiyor
Bu konuda sadece alışkanlıklarımızın değil, bilincimizin de bize yardımcı olduğunu belirtmek zor. Uygulanacak radikal dönüşüm politikalarına toplumsal desteğin pek bulunmadığı anlaşılıyor. Ne var ki, durum bu olsa da, iddialarımızda samimiysek ve yeni öncelikli gündemimiz cari açığı büyütmeden ekonomiyi büyütmek ise bundan vazgeçme lüksümüz de yok.

Hem mevcut yapı içinde yüksek büyümenin dahi pek de sandığımız kadar mesafe almamızı sağlamadığı görülüyor. TÜİK'in yeni yayınlanan ve gelir ve tüketim düzeyi itibariyle AB ile Türkiye'yi karşılaştıran çalışması, 2011'deki yüksek büyümeye rağmen, krizde geçirdiği ciddi sarsıntıyı hala atlatamayan AB ülkeleri ortalamasının yüzde 57 gerisinde bir refah düzeyinde olduğumuzu tespit ediyor. Karşılaştırma kapsamındaki 38 ülke içinde kişi başına gelir yönünden sondan 8inci, tüketim yönünden sondan 9uncu olan sıramız değişmemiş. Daha çarpıcı olanı refah yönünden hala Yunanistan'ın yüzde 60, İspanya'nın yüzde 65 gerisindeyiz. Sadece bazı Balkan ülkelerinin ve Litvanya'nın önündeyiz. İflas ettiler diye acıdığımız ülkelerin başka yönlerden pek de acınacak durumda olmadığını unutmamakta yarar var. Onlar belki krizin etkilerinden sıyrılma konusunda bize imrenecek durumdalar, ama bizim de refah açısından da, teknoloji, eğitim, marka sahipliği gibi pek çok başka açıdan da onların düzeyine varmak için uzunca bir yol katetmemiz gerekiyor.

Arge ve sağlık sistemi örnekleri
Nitekim, uzun yıllar süren gecikmeden sonra son birkaç yılda hissedilir bir farkındalık yaşadığımız yenilikçilik ve arge konusunda performansımızı arttırmakta zorluk çekiyoruz; bu tür harcamaların milli gelire oranını hala yüzde 1'e çıkarabilmiş değiliz. Oysa Avrupa Komisyonu'nun 2012 sanayi arge raporu'ndan anlıyoruz ki durgunluğa rağmen Avrupalı şirketlerin arge harcamaları yüzde 8.9 artmış. Bu, bizim henüz sahip olmadığımız bir bilinç ve stratejik yaklaşım göstergesi. En fazla artışı yüzde 15 ile yapan İsveç'in ardından ona yakın oranlarla İspanya, İngiltere, İrlanda Almanya ve Fransa geliyorlar. İlk 500'de sadece bir, ikinci 500'de yine bir, üçüncü 500'de de üç Türk şirketi yer alabilmiş. Nedeni de bizce belli: Türkiye'de arge'nin hayati önemi henüz anlaşılabilmiş ve arge stratejisi oluşturulabilmiş değil.

En fazla ilerleme kaydettiğimiz alanlarda bile konuyu bütün boyutlarıyla kavrayan bir sistem tasarımını düşünmüyoruz. Sözgelişi kapsam ve erişim bakımından kamu yönetiminin kararlı desteğiyle çok önemli bir gelişim gösteren sağlık sektörü, özellikle nitelik ve maliyet bağlamında sürdürülebilirlik tartışmaları yaşıyor. Geçen hafta yapılan YASED Sağlık Konferansı'nda açıklanan Sağlık Sektörü Raporu'nda sadece fiyat sınırlandırmasına dayanan kamu politikasının uzun vadede nitelikten ve daha önemlisi yenilikçi uygulamaların ve arge'nin ülkeye çekilmesinden ödün verilmesi sonucunu doğurabileceği, bunun ülkenin en rekabetçi olduğu alanlardan birinde, sağlık turizmindeki konumunu da sarsabileceği vurgulanıyor.
Sistemin ve geniş kapsamlı genel sağlık sigortasının kamu bütçesi üzerinde oluşturduğu yüke karşılık aşırı hizmet kullanımı ve ilaç tüketimi dolayısıyla kaynak israfına yol açılması gibi çelişkili bir durumun da söz konusu olduğu, bunun da veri oluşturma ve analizinde eksikliklerden öngörülemeyen mevzuat düzenlemelerine kadar bir dizi sebebi bulunduğu belirtiliyor. Aynı bütçenin farklı dağılımı ile çok daha etkin işleyen bir sistemin kurulabileceği, bu amaçla öncelikle sistemin tüm paydaşlarıyla diyalog içinde bir yol haritası hazırlanması öneriliyor.

Her alanda benzer sorunlar
Aslında sanayide de gerekli veriye ve uygun yöntemlere dayanılmadığı için aşırı kapasiteler oluştuğu ya da eğitimde de nitelikten çok niceliği önemsendiği düşünülürse benzer sorunların pek çok alanda var olduğu açık. Tasarruf azlığından yakınıyor, ama bunu daha da kötüleştirecek şekilde - üstelik banka kaynaklarını da eriterek - vergi dışı gayrimenkul rantı yaratıyoruz. Oysa dünyadaki büyük krizlerin (son örnek Dubai) öncü göstergelerinden birinin aşırı gösterişli inşaat projeleri olduğu malum.
Darboğazları önlemek için ille de bizim damdan düşmemiz gerekmez. Başkalarının deneyimlerinden de ders almalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019