Ya demokrasinin zararı?
ANKARA'DAN / Taylan ERTEN [email protected] İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş'ın hesabına göre, 1 Mayıs'taki olaylar İstanbul ekonomisinde 1 milyar YTL zarara yol açmış. Hesabın neye göre yapıldığı belli değil. Tıpkı 1 Mayıs gününün resmi tatil olması isteklerine karşı Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 2 milyar YTL'lik "ekonomik zarardan" söz etmesi gibi. İlginçtir: İktidardaki politikacının "demokrasi pusulası" şaştığında dilinin "fren balatası" hızla aşmaya başlıyor. Böylesine "afaki" iddiaların yolu alabildiğine açılıyor. Kimse kendilerine "Siz bu hesapları neye göre yaptınız?" diye sormadığı için, iktidardaki politikacı da söylediklerini "hikmet" sanıyor! Bu tür iddialar en basit matematik ve ekonomik gerekçeden yoksun. Ciddiye alınacak gibi değil. Ama, şu yönüyle çok önemli: İşçilerin, emekçilerin 1 Mayıs'ı kutlama; sorunlarını, ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerini kütlesel olarak iktidara ve kamuoyuna duyurma hakkının "ekonomik umacılar" yaratarak engellenmek istenmesi, o hakkın "özüne" yönelik "ağır" bir siyasi ihlâldir. Psikolojik baskı... Demokratik hak ve özgürlükler sadece yasalarla kısıtlanmaz. 1 Mayıs 2008 örneğinde görüldüğü gibi, iktidar politikacısı en temel demokratik hakların kullanılmasını engellemek için ekonomiyi de bir tehdit ve caydırma unsuruna dönüştürebilir. Bu, demokratik haklara, hakların kütlesel kullanımına karşı uygulanan bir "psikolojik" baskı yöntemidir. Yani şöyle: Ağzını açma, ekonomik kriz çıkar; meydanlara çıkma ekonomi zarar eder; iktidarı eleştirme piyasalar bozulur; emeğin köleleştirilmesine dokunma, makro dengeler sarsılır... Oysa bütün bunlar birer içi boş korku metaforudur. AKP iktidarı bu metaforları uzun zamandır kullanıyor. Kamuoyunu "siyasi hedefleri doğrultusunda "imal" etmeye, yönlendirmeye çalışıyor. Zaman zaman "başarılı" olduğu da söylenebilir. Ancak, metaforlarla "çarpıtılan" gerçekler doğru kavranmazsa işçilerin, emekçilerin 1 Mayıs hakkını "ekonomik zarar yaratan" bir tehdit gibi gösteren iktidar yetkililerinin, asıl ve büyük zararı o çok savunur göründükleri demokrasiye verdiklerini anlamak da mümkün olmaz. Bir de 3 Mayıs var! 1 Mayıs 2008 işçilerin, emekçilerin demokratik, ekonomik, sosyal hak taleplerini "kendi sesleriyle" duyuracakları bir gündü. Duyuramadılar. 3 Mayıs 2008 ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993 yılında ilân ettiği "Dünya Basın Özgürlüğü Günü" idi. Kamuoyu basın özgürlüğünün "kendisi" için ne anlam ifade ettiğini ne kadar kavrıyor; çok tartışma götürür. Basın özgürlüğü gazetecinin kişisel özgürlüğü değil. Bütün sınıf ve katmanlarıyla ulusun özgürlüğü. Onun içindir ki Birleşmiş Milletler 3 Mayıs'ı "Dünya Basın Özgürlüğü Günü" olarak ilân ederken anlamını şöyle vurgulamıştı: "Bağımsız, çoğulcu ve özgür basının tesis edilmesi, korunması ve geliştirilmesi; ekonomik kalkınma ve bir ulusta demokrasinin korunması ve geliştirilmesi için şarttır." Bu vurgulamanın kaynağı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 19. maddesiydi: "Herkes düşünce ve ifade özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, hiçbir müdahale olmaksızın düşünceye sahip olma özgürlüğünü; bilgi ve kanaatlerini herhangi bir iletişim aracıyla ve sınır tanımaksızın araştırma, elde etme ve yayma hakkının içerir." Demek ki, demokratik hak ve özgürlük kavramları açısından işçilerin, emekçilerin 1 Mayıs özgürlüğüyle gazetecilerin 3 Mayıs özgürlüğü aynı bütünün farklı fakat "ayrılmaz" parçaları. Ama, iki kesim de bu özgürlüklerini gereğinde kullanamaz halde. Kaderleri burada birleşiyor: 1 Mayıs'larda hep birlikte polis dayağı yiyorlar! 3 Mayıs'larda ise sadece gazeteciler tepki veriyor. Şayet duyan olursa...