XI. Kalkınma Planı “pilav olmasın” istiyorsak
Edwin Hubble’nin 1929’ da kanıtladığı “genişleyen evren” konusu, değişik bakış açılarından insanlığın çok eski zamanlardan bu yana kafa yorduğu bir konuydu. Heraklitos, aynı nehrin, aynı yerinde, aynı suyla iki kez yıkanamayacağımızı söyleyerek, değişmenin mutlak bir gerçek olduğunu anlatmış, “Aynı nehre girenlerin üzerinden farklı sular akar” demişti.
Mevlana, “Her gün bir yere gitmek ne güzel / Her gün bir yere konmak ne hoş / Bulanmadan donmadan akmak ne iyi / Dünle beraber gitti düne ait ne varsa cancağımız / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyerek, mutlak değişmeye uyum için yeninin peşinden koşmanın önemini anlatmıştı.
Giderek hızlanan değişmeler karşısında yılgınlık göstermememiz için ünlü uzay bilgini Carl Sagan, “Evrende hiç bir şey değişmese, her şey sabit olsaydı, bilim olmazdı. Evren hiç anlaşılmayacak kadar karmaşık ve kaos içinde olsaydı yine bilim olmazdı” diye uyarmış; geleceğin öngörülmesi ve önlem alınabilmesinin en etkin aracının “bilim” olduğunu söylemişti.
Değişmelerin hızını bahane ederek hiçbirimizin edilgen bir tutum benimseme hakkı yok. Her zaman olduğu gibi, içinden geçtiğimiz bugünkü süreçte de yakınanların hayata teslim olup yitereceklerini; yekinerek sorunların üzerine gidenlerin kazanacaklarını bilmeliyiz. İşte tam da bu nedenle, toplumların geleceğini inşa etmek için plan yapma bilincine ve maharetine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Kalkınman dört adımı
Kalkınma yarışında bir yerlere ulaşabilmek için, deneyimli ve birikimli inanlar yaygın biçimde kalkınmanın dört adımına işaret ediyor:
1) Bir toplumun insanları, önyargılarını, yerleşik doğrularını, kör ve katı inançlarını kırmadan; Bernard Lewis’in anlatımıyla “Samimiyetsiz önyargı ve samimi cehaleti” aşmadan, ezberleri bozmadan, özgür ve özgün düşünme iklimi yaratmadan kalkınma yarışında bir yere varılamıyor.
2) Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin biriken etkisiyle oluşan eğilimlerin kuralları değiştirecek güç kazanma süreçlerini gözleyen; fırsatları en çoğa çıkarma, tehlikeleri de en az maliyetle savuşturma üzerine kafa yoran kazanıyor. Geleceği inşa etmede eğilimlerin kurallarını değiştiren etkilerini bir “araç” olarak kullanan, ulusal ölçekte ortak değer, ortak irade, ortak yarar, ortak proje ve ortak kurumlara oluşturan topluluk ya da toplumlar öne geçiyor.
3) Değişmelerin yönünü ve hızını iyi kavramayan, rekabet ortamının tanımlayamayan, rekabet edebilir alanların keşfini yapmayan, stratejik varlıklarını büyüme fırsatları için değerlendirip öncelikleri belirlemeyen toplumlar da gelişmişlik kervanına katılamıyor.
4) Çalışanlarının, müşterilerinin, iç süreçlerdeki değişmelerin, dış süreçlerdeki gelişmelerin yarattığı “ihtiyaçları” anlamayan toplumlar da yaratmak istedikleri sonuçlara ulaşamıyor.
Plana olan inancı güçlendirelim
Herhangi bir insanın, kuruluşun ve kurumun işini bilinçle yaptığını iddia etmesinin üç bileşenini bir kez daha anımsayalım: Dünya genelinde olup bitenleri anlayacak ve açıklayacaksınız. Kendi olanak ve kısıtlarınızı kendini vuran küçümseme eğiliminden ve abartının şaşırtıcı etkilerinden arındıracaksınız. Kaynaklarla ilgili net bilgilerinizi, etkin bir koordinasyonla, bir strateji kavramı çerçevesinde odaklanarak ilerleyeceksiniz.
Bu ülkenin kalkınmasına katkı yapma iddiasında olanların içtenliğini ölçmenin üç temel ölçüsü var: Birincisi, net bilgi üretiminin mekanizmalarını ivedilikle oluşturma iradesidir. İkincisi, öngörme-önlem alma disiplinine uyma özgüveni. Üçüncüsü de, ödünsüz gözetim-denetim mekanizmalarını işletme kararlılığı.
Kalkınmanın bu üç dayanağı, katı inançları kırma, eğilimleri erken uyarı mantığıyla izleme, rekabet alanlarını keşfetme ,tanımlama ve ihtiyaç-odaklı hareket etmedir.
XI. Kalkınma Planı’nın hazırlanmasından sorumlu olanlar; bu yazıda çerçevesi çizilen gelişme dinamiklerinin oluşturulmasında kendilerini nasıl konumlandırıyorlar?
Planı yapmakla sorumlu olanlar, bir yapısal değişim yaratabilmenin bileşen ve bağlamlarına ilişkin olanak ve kısıtları gözden geçiriyorlar mı?
Sorulara yanıt verebilmek için aşağıda sıralanan, daha başkalarını ekleyebileceğimiz soruları kendimize yöneltmeliyiz:
1- Ülkemizin “fiziki varlıkları” hakkında kendilerinin de inandığı sağlıklı veriler hazır mı?
2- En değerli varlığımız “nitelikli insan kaynağı” konusunda durumumuz ne?
3- Ülkemizin “fiziki sermaye stoku” bizi gelişmiş ülkeler kervanına katacak nicelik ve niteliklere sahip mi?
4- Ülkemizde “ürün ve üretim yöntemleri” küresel bir rekabet için yeterli mi?
5- “Bankacılık ve sigorta sistemi” erişebilirlik ve derinlik bakımından etkili bir kalkınmanın itici gücü olacak özelliklerle donanmış mı?
6- “Para ve maliye politikalarını” etkinleştirecek reform önerileri kitlelerle paylaşıldı mı?
7- Medeni hukuk, ceza hukuku ve ticaret hukuku gibi “özel hukuk” alanında reform öncelikleri belirlendi mi?
8- “Siyasi, sosyal ve kültürel sistemimiz”, günümüz rekabetini ileriye götürecek özelliklere sahip mi?
9- “Bilim ve teknoloji düzeyimiz” rekabet yarışında bize gelecek vaadediyor mu?
Hep birlikte “…miş gibi plan yapma” sorumsuzluğunun bataklarına saplanmayalım. Planı ya gerçekten işlevsel bir araç haline getirmeli ya da yiğitçe, plana inanmadığımızı söyleyip boşuna emek, zaman ve tüy bitmemiş yetimin hakkını da içeren kolektif kaynaklardan harcama yapmayalım.
Herkesi kandırabiliriz, ama kendimizi her zaman kandıramayız…Bir dingin zamanda kutsallarınızla baş başa kalıp kendimizi sorguladığımızda, utanmak istemiyorsak, XI. Kalkınma Planı'nı ciddiye alalım. Ama hep birlikte: Siyasi irade, bürokrasi, iş dünyası, sivil inisiyatifler, özellikle de medya mensupları…