Vücudun suyunun kuruması, hastalıkların bir başka mekanizması
Canlılık denen kavramın nasıl olduğuna ilişkin görüşler genellikle yapı taşları mantığı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu mantığın bir ucunda protein, yağ ve karbonhidrat biçiminde "sınıf" görüşü yer alır ve "anahtar" rolü oynayan proteinler DNA tarafından kodlanır. Vücut proteinlerin oluşturduğu bir takım moleküllerin kontrolünde şekillenir, bunlara da enzimler adı verilir. Enzimlerin en önemli işlevi "olmayacak olanı" gerçekleştirmektir. Yani bizim modern kimya yöntemleri ile bile oluşturamayacağımız pek çok bileşik enzimler sayesinde ortaya çıkar. DNA'nın dizisinin açıklanması dolaylı olarak enzimlerin yapılarının açıklanmasını da sağlamıştır. Bu çok büyük ve karmaşık moleküller DNA tarafından kodlanır, ancak işlevsel biçimlerini almaları hücrenin henüz tam olarak anlaşılamayan (daha doğrusu kıyısına bile yaklaşılamayan) iç zarlar sisteminde gerçekleşir. Yağ moleküllerinin ve karbonhidratların yapımı da enzimlerin kontrolündedir. Dolayısıyla DNA'nın kodladığı proteinlerin bugün için kabaca ikiye ayrılması mümkündür, vücudun yapısını oluşturanlar ve işlevlerin sürdürülmesini sağlayanlar.
Kurumayı önleyen moleküller, ihtiyaca binaen sentezlenirler
Ne var ki vücutta yapı ve işlevin sürdürülmesinde çok önemli role sahip başka moleküller de vardır. Bunlar DNA tarafından kodlanmazlar, bilakis enzimler tarafından "ihtiyaca binaen" sentezlenirler. İşte bugün size bahsetmek istediğimiz en önemli sınıflardan birini glikozaminoglikanlar (GAG) denen moleküller oluşturmaktadır. İsim telaffuz açısından biraz zor gelebilir ama, başlıca dört sınıfa ayrıldığı kabul edilen bu yapılar işlevin sürdürülmesinde ve dolayısıyla hastalıkların önlenmesinde sıra dışı özelliklere sahiptir. Yapı olarak amino asit (protein yapı taşı) ve şekerlerden meydana gelen GAG molekülleri bol miktarda kükürt de (sülfür) içerir.
Kükürt bağlanması bu moleküllerin işlevlerini sürdürmeleri için esastır. Dört GAG sınıfının ne işe yaradığını anlatacak olursak; (1) Heparan sülfat başlıca kanın akışkanlığının sürdürülmesinden sorumludur, bozulması durumunda kan pıhtılaşır. Ancak hücre bölünmesi ve sinyal iletilmesi gibi ek işlevleri de vardır. (2) Kondroitin sülfat yara iyileşmesinden sorumludur, ancak beynin gelişimi ve sinir dokusunun iyileşmesini de sağlar. (3) Keratan sülfat dokunun su içeriğini ayarlar, örneğin gözün en dıştaki saydam ve parlak tabakası korneanın bu şekilde tutulması keratan sülfatın işlevidir. (4) Hiyalüronan sülfat ise özellikle eklem sıvılarında yer alır ve eklemlerin yüzeyini oluşturan kıkırdağın "yağlanmasını" sağlar. Bu özellik eklem bütünlüğünün ve sağlığının korunması için elzemdir.
Eklem ve sinirlerin ortak denge mekanizması
Her dört GAG sınıfının ortak ilginç bir özelliği daha vardır. Bu yapılar sinir ve eklem dokusunda ağırlıklı olarak bulunur ve bu dağılım aslında klasik anatomik sınıflamayla tezat oluşturur. Zira anatomik sınıflamaya göre eklem ve sinir sistemi ayrı dokulardır, peki ama neden aynı moleküler yapıları içerirler, bilinmemektedir. Bir diğer ortak özellikleri de sinir ve eklem dokusundaki kök hücrelerin çoğalmalarının önlenmesidir. Kök hücreler, malum, o dokunun yenilenmesinde işlev gören hücrelerdir ve normal koşullar altında "uykuda" tutulurlar.
Kök hücrelerin uyku durumundan çıkarılmaları çoğalmalarına ve yeni, ama düzensiz doku oluşturmalarına neden olur. Bu durum eklemde gerçekleşirse osteoartrit gibi kıkırdak dokusunun düzensiz büyümesine neden olur. Osteoartrit eklem şişliği ve ağrı ile kendini gösterir, ama eklem sıvısı da beraberinde (doğal olarak) azalmıştır.
Benzer şeyin beyinde gerçekleşmesi olasılığı bilinmemektedir, ancak aynı mekanizma çerçevesinde düşünürseniz, beyin dokusunun da çoğalmasına neden olabileceği sonucuna gidebilirsiniz.
Günümüz hastalıklarının bir kısmı "eklemlerin kuruması" şeklinde ifade edilmektedir. Yapılan manyetik rezonans (MR) görüntülemeleri genç bireylerde bile eklem sıvısının azaldığını ortaya koymaktadır. Emboli denen kanın pıhtı oluşturması eğiliminde de (kanın kuruması) bir artış olduğu aşikardır. İşin ilginç yanı "akciğerlerin kuruması" gibi bir tablodan da sık bahsedilir olmuştur. Ana sorun bu hastalık durumlarının neden ortaya çıktığındadır. GAG sınıfı ihtiyaca binaen yapılmaktadır. Lakin geçmişle kıyaslandığında, tamam egzersiz miktarı azalmıştır, ama insanlar tamamen yatmamaktadır. Ortalama beslenme özelliğine bakıldığında protein ya da şeker alımında bir azalma da söz konusu değildir. O halde nedir akciğerleri ve eklemleri kurutan gerçek neden, işte bu açıklanmayı bekleyen konu gelecek haftalarda irdelenecektir.