Volkswagen mi, Manisa'nın sultaniye üzümü mü?
Amacım yeni bir tartışma başlatmak değil. Araba da üretilsin, domates, patates de üretilsin. Dünyanın en büyük otomobil üreticilerinden Volkswagen Manisa'ya fabrika kuracağını ilan edince memlekette özellikle de Manisa'da büyük coşku yarattı. İşsizliğin tavan yaptığı bu dönemde "iş bulurum" umuduyla en çok da işsizler sevindi.
İstihdam yaratması, ekonomiye katkı sağlaması için önemli bir yatırım olarak görülebilir. Fakat binlerce yıldır Manisa'da üretilen ve dünyaca ünlü sultaniye üzümünden, pamuğundan, zeytininden vazgeçmeyelim. Sanayi ile övünürken, gerçek değerimiz olan tarımı ve gıdayı küçümsemeyelim.
Yıllar önce yine bir otomobil devi Opel-General Motors İzmir'e geldi. Torbalı’da fabrika kurdu. Araba üretti. Sonra şartlar değişti. Fabrikayı kapattı. Şimdi üretim yapmıyor. Ama, Türkiye'ye daha çok araba satıyor.
Opel gelmeden önce İzmir Torbalı'da tarım yapılıyordu. Bu bölgede üretilen ürünler hem iç piyasaya veriliyor hem de ihraç ediliyordu. Sonra o bölge büyük ölçüde sanayi tesisleri ile dı-oldu.
Sanayi girince Torbalı Ovası'nın büyük bölümü tarımsal üretimden çıktı. Pamuğun, sebzenin, meyvenin, tahılların yetiştiği tarlalar, sanayi tesisleri ve o tesislerde çalışan işçilerin kalacağı çok katlı binalarla doldu. Tarlada çalışan, üretim yapanlar, tarımı bıraktı fabrika işçisi oldu. Topraklar beton oldu. Otoyol bile ovanın içinden geçirildi. Tarım küçümsendi. Türkiye, saman, soğan, patates ithal eden ülke konumuna düşürüldü.
Sanayileşmiş ülkeler tarımı bırakmadı
Almanya'nın Köln kentinde düzenlenen ve 100.yılını kutlayan dünyanın en büyük gıda fuarı Anuga'yı gezerken sanayileşmiş ülkelerin tarım ve gıdada ne kadar ilerde olduklarına bir kez daha tanık olduk. Sanayileşeceğiz diye tarımı hiç bırakmadıklarını bir kez daha görmüş olduk.
Tarımsal potansiyeli, iklim koşulları, biyoçeşitliliği, tarımsal üretim kültürü ve birikimi Türkiye ile kıyaslanmayacak kadar yetersiz ülkelerin bile gıdada çok ileri düzeyde olduklarını, pazarları ele geçirdiklerini görmek, doğrusu insanı üzüyor.
Birçok ürünün gen merkezi olan, iklimi, toprak varlığı, su kaynakları, bitkisel üretim çeşitliliği ile dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alan Türkiye'nin tarım ve gıdada istenilen seviyeye bir türlü ulaşamaması ise insanı kahrediyor.
Yetersiz olan tarım ve gıda ürünleri dış ticaret rakamları konusunda ülke adeta ikiye bölündü. İktidar ve iktidar yanlısı olanlar ihracatın ithalattan 1-2 milyar dolar fazla olması övünüyor. Muhalefet ise, her şeyi ithal, tarımda ithalatın ihracattan fazla olmasını eleştiriyor. Bugünlerde TBMM’de bütçe görüşmelerinde yine aynı tartışma yaşanacak.
Oysa Türkiye'nin tarımsal potansiyeli 17-18 milyar dolar ihracatı değil, doğru tarım politikaları ile orta vadede 40-50 milyar doları rahatlıkla gerçekleştirebilir. Bugün yapılan 15-16 milyar dolarlık ithalatı ise, doğru üretim politikaları ile yine orta vadede 1-2 milyar dolara düşürecek potansiyel var. Asıl bunu konuşmamız gerekiyor.
Almanya ve Fransa'nın yaptığını İstanbul neden yapmasın?
Gıda konusunda dünyada iki önemli fuar var. Birisi, Almanya Köln'de yapılan Anuga Fuarı, diğeri Fransa Paris'te yapılan Sial Uluslararası Gıda Fuarı. Almanya ve Fransa aynı tarihlerde Avrupa'da iki gıda fuarı olmasın diye anlaşmışlar. Bir yıl Anuga, ertesi yıl Sial Fuarı düzenleniyor. Dünyadaki bütün gıda firmaları da bundan memnun. Bir yıl Paris’e, ertesi yıl Köln'e gidiyorlar.
Türkiye'de ise, İstanbul'da aynı tarihte iki gıda fuarı düzenleniyor. Birisi TÜYAP'ta yapılan ve bu yıl 27.kez düzenlenen World Food İstanbul, diğeri CNR'da düzenlenen Uluslararası Gıda Fuarı. Gelecek yıl yine her iki fuar aynı tarihlerde 2-5 Eylül 2020'de gerçekleştirilecek.
Bu yıl World Food'u gezdim. CNR'a ise gidemedim. Anuga ile karşılaştırmak yanlış olur. Fakat gördüğüm kadarıyla World Food, etkinlikleri, katılımcıları dikkate alındığında gelecek vadeden bir fuar. Belki CNR'da öyledir. Görmediğim için bir şey söyleyemem. Ancak, katılımcıların da, ziyaretçilerin de aynı tarihlerde iki fuar olmasından şikayetçi olduklarını biliyorum.
Anuga Fuarı'na birlikte gittiğimiz İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç, buna bir çözüm bulunması gerektiğini söylüyor. Fuarcılıkta nitelik ve nicelik açısından optimal ölçeğin yakalanması gerektiğini belirten Avdagiç, aynı sektörde birbirine rakip olan çok sayıda fuar düzenlenmesinin pastanın küçülmesine, etkinliğin azalmasına neden olduğunu ifade etti.
Marka ve pazarlama becerisi
En başa dönersek, Türkiye, sanayi, turizm, hizmetler sektörü, finans, bankacılık, inşaat, ulaşım sektörlerini hep ön planda tutarak destekleri, teşvikleri bu sektörlere verirken tarım ve gıdayı göz ardı etti. Bu sadece bugünkü yönetimin anlayışı değil, denilebilir ki, Atatürk'ten sonra O'nun bakış açısıyla tarımı seven, tarımı öncelikli alan olarak gören bir lider ne yazık ki olmadı.
Dünyanın en çok peynir çeşidine sahip ülkelerden biri Türkiye. Fakat, Anuga'da süt ve süt ürünleri bölümüne bakıyorsunuz, İtalya, Fransa hatta Yunanistan kooperatifleriyle, üreticileriyle, yöresel marka olmuş, coğrafi işaret almış peynirleriyle büyük ilgi görüyor. Türkiye ise, Almanya'daki gurbetçilere bir kaç çeşit daha peynir yedirebilir miyiz onun peşinde. Bu alanda dünyaca bilinen bir markası yok. Sadece peynirde değil, birçok alanda, birçok üründe benzer bir tablo var. Türkiye'nin potansiyeli buraya yeterince yansımıyor, yansıtılamıyor. Elbette bireysel çabalarla öne çıkan şirketler, kuruluşlar var. Genel olarak zayıf kaldığımızı anlatmaya çalışıyorum.
Özetle, Alman otomotiv devi Türkiye'ye yatırım yapacak diye düğün bayram yapılsın. Fakat tarım ve gıda sektörü unutulmasın. Otomobil fabrikanın kurulacağı Manisa'nın sultaniye üzümünü, zeytinini, pamuğunu unutmayalım. Fabrika bugün var yarın yok. Bu ürünler binlerce yıldır ekonomiye çok büyük katkılar sağlıyor. Geleceğin de tarım ve gıdada olduğu unutulmasın.