Vizeli hak kırım!

Taylan ERTEN
Taylan ERTEN ANKARA'dan [email protected]

Türkiye'nin iktidarı, muhalefeti ve iş dünyası Fransa'nın "Ermeni soykırımı yalandır, diyeni kırarım" mealindeki yasa tasarısına gösterdiği "yüksek desibelli" tepkinin yarısını, yıllardır başta Fransa, tüm Avrupa Birliği ülkelerinin uyguladığı sistemik "vizeli hak kırıma" karşı gösterebilseydi, bugün bir vize sorunu uğraşılmazdı!

Fransa ne "vize" politikasında ne de "soykırım" iddialarında "dayanaksız" ve "yalnız" hareket ediyor.

"Soykırım" iddiasında dayanağı var; çünkü yarın parlâmentosunda ele alınacak yasa tasarısını, Avrupa Birliği (AB) Konseyi'nin 19 Nisan 2007 tarihinde kabul ettiği "Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Çerçeve Kararı" ile zımnen meşrulaştırıyor!

Yalnız değil; çünkü AB ülkeleri mahkemelerini herhangi bir fiili soykırım olarak nitelemeye; bu bağlamda fiilin soykırım olduğunu "inkâr edenleri" de cezalandırmaya yetkili kılan "2008/913 JAI" sayılı bu karar AB hukukunda "bağlayıcı kararlar" sınıfına giriyor.

Ve her ne kadar tüm üye ülke parlâmentolarında henüz onaylanmamış olsa da AB bölgesinde bu konudaki "ortak" kabulü ve gerektiğinde Türkiye'ye "dayatılabilecek"  ortak politik davranışı yansıtıyor.

Hak kırımın dayanağı...

AB ülkelerinin Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik ortak vize politikasının siyasi ve hukukî dayanağı 1985 yılında başlangıçta beş ülke tarafından imzalanan Schengen Antlaşması ve bu antlaşmaya bağlı Schengen Vize Tüzüğü. Tüzük, uygulama esasları çerçevesinde  "aday" statüsündeki ülkeleri vize muafiyeti ayırımına tabi tutuyor.

Ve şu oluyor:  Türkiye, "vize uygulanacak aday ülkeler" listesine alınıyor.  Şimdi sıkı duralım: Bu sınıftaki ülkelere iki aylık itiraz hakkı da tanınıyor. Fakat Türkiye'nin ne o zamanki hükümeti ne de iş dünyası kuruluşları bu duruma itiraz ediyor! Böylece, Türkiye'ye karşı vize yoluyla "hak kırım" tüm AB ülkeleri için hukuki dayanak haline geliyor!

Schengen, 25 yıldır resmen yürürlükte. Türkiye'nin antlaşmayı değiştirme gibi bir şansı asla yok. Ama tüzük için yapılabilecek bir şeyler var. Nitekim daha önce de yazdık, bu konuda AB'de yargı ve parlâmento düzeylerinde başlatılan hukuki girişimler var. TOBB ve önde gelen ticaret ve sanayi odaları bu girişimlere katılıyor. İş dünyası örgütleri bu çabaları kendi içinde kitleselleştirmeli, güçlendirmeli.

Yeşil pasaport çözümü

Mantık, AB'nin vize konusunda oluşturduğu "siyasi iradeye" Türkiye'nin de hak ve hukukunu savunacak "siyasi irade" ile cevap vermesini gerektiriyor. Ne ki, siyaset kurumunda bu konuda geçmişten beri garip bir çekingenlik ve tutukluk var.

Vize sorunu, Schengen Antlaşması'nın imzalandığı, Vize Tüzüğü'nün hazırlanarak yürürlüğe konduğu tarihlerden itibaren büyüyerek devam ediyor olmasına rağmen, gelmiş geçmiş hükümetler siyasi, diplomatik ve iş dünyası potansiyelini bir "potada" birleştirip, çözüme seferber edemediler. Tekil veya kurumsal kimi girişimler de "güç yetmezliği" nedeniyle istenen etkiyi ve sonucu yaratamadı; hâlâ da öyle…

Şimdi, siyaset sahnesinde bir hareketlenme var. Muhalefet kanadına mensup bazı milletvekillerinin vize sorununu "kısmen" çözecek kanun teklifleri TBMM Başkanlığı'na sunulmuş, İçişleri Komisyonu'na da havale edilmiş, ilgi bekliyor.

Ancak bu teklifler, sanayici ve iş adamlarına belirli şartlarda "hususi damgalı pasaport" verilerek sorunu sınırlı sayıda kişi için hafifletmeyi amaçlıyor. Tekliflerin kanunlaşma sürecine girebilmesi hükümetin istemesine bağlı; aksi halde meclisin arşivinde tozlanır gider. Ve…

Şu gerçek bir kez daha kendini gösterir: Siyasi sorun, siyasi çözüm gerektirir. Siyasi çözüm de iktidarlara düşer!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Atilla Karaosmanoğlu 13 Kasım 2013