Vicdanlar kararırsa
Genelde yazılarımı şöyle yazarım: Bir konu ilgimi çekerse not alırım. Bir de “Destek Belgeler” dosyam vardır. Burada da yazılarıma referans olacak belgeleri toplarım. Sonra da bir konu seçer, yazımı yazarım. Yazının başlığını ise en son oluştururum. Ama son yaşanan olaylar üzerine bu yazımda önce başlığı koydum.
Vicdan nedir?
Kanunlar her zaman yeterli değildir. Kişi bir açık bulabilir ve yasaları delebilir. Ve de kanunun boşluğundan yararlanarak paçayı kurtarabilir. Ya da elindeki güçle sisteme çalım atabilir, yargıyı atlatabilir. Ama kişi, vicdanından kaçmaz, kaçamaz. Peki vicdan nedir?
Türk Dil Kurumu’na göre vicdan: “Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç.” Aydın Boysan ise şöyle demiş: “Tüm insanlar dünyaya, kafa ve yüreklerinde bir iç mahkeme ile gelirler. Bunun adına vicdan denir.”
Yasalardan kaçabilirsiniz, ama bu iç mahkemeden kaçamazsınız. Vicdan, kişiyi yanlış iş yapmaktan alıkoyacak belki de son güçtür. Peki kişinin vicdanı da kararırsa ne olur? İşte o zaman çevresi ve çevre için felaket olur.
Merak ediyorum
Gün geçmiyor ki, çevre katledilmesin. En son, Soma’nın Yırca mahallesinde termik santralı için binlerce zeytin ağacının kıyımına tanık olduk. O zeytin ağaçlarının köklenişini televizyonda görünce ürktüm. Şimdi merak ediyorum: Bu katliamı yapanlar, yaptıranlar ve buna vesile olanlar hayatlarında bir zeytin ağacı yetiştirdiler mi? Hiç ay ışığında bir zeytin ağacının parıldayan yapraklarına baktılar mı? Zeytin ağacının cennetteki iki kutsal ağaçtan birisi olduğuna inanıldığını biliyorlar mı? Ekmeklerini ellerinden aldıkları köylülerin yüzlerine nasıl bakacaklar? Yoksa bu köylü “kardeşlerini” (!) kömür madenlerinde 18. yüzyıl şartlarında, gaz ya da suyun insafına terk edip köle gibi çalıştırmayı mı düşünüyorlar? Bu nasıl bir hoyratlıktır? Bu nasıl bir vicdandır?
Neler oldu?
Bazı şeyler ne hikmetse bu ülkede çok çabuk da olabiliyor. Örneğin, Bakanlar Kurulu söz konusu zeytinlik alanı acele kamulaştırdı. Sonra da bunu termik santral yapmak üzere bir gruba tahsis etti. Zeytinlikleri elinden alınan köylüler de kamulaştırma kararına itiraz ederek yargıya başvurdular. Şirket, yargı kararını beklemeden, binlerce zeytin ağacını sabaha karşı acele bir operasyonla katletti. Danıştay da o günün akşamına yürütmeyi durdurma kararını açıkladı. Yasal süreç nasıl gelişir bilemiyorum. Çünkü ülkemizde yargı kararları da artık ikiye ayrılıyor: Uygulanan yargı kararları, uygulanmayan yargı kararları. Bakalım bu kez ne olacak?
Eylemin, sözü yalanladığı ülke
Bütün bunlar olurken bir göz boyamadır gidiyor. Zeytin ağaçlarını acımadan katleden grubun web sitesinde şöyle deniyor: . “Sosyal çevreye verilebilecek olumsuz etkileri minimize etmek; çevresel ve toplumsal bilincin gelişmesi ve yerleşmesi için çalışmak; kuruluşundan bu yana .... Grubu’nun kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının temel değerlerini oluşturmaktır.” Sözleri ve eylemleri taban tabana zıt.
Öte yandan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın bir kamu spotunda ise şöyle denmektedir: “Çocuklarımıza güvenilir bir dünya bırakmak için, Hadi Türkiye, tarım arazilerini birlikte koruyalım”. Bakanlık söylüyor, ama korumuyor.
Çoğu kez eylemin, sözle bağdaşmadığı, sözü yalanladığı bir devir yaşıyoruz. Elde pirzola, vejetaryenlik nutukları atılan bir ülke olduk. Lafla peynir gemileri yürütülüyor. Kamu zekası ile dalga geçiliyor. Kamu vicdanı hiçe sayılıyor.
Sonuç
Evet, enerjiye ihtiyacımız var. Ama enerji uğruna da olsa, çevreyi bu denli hoyratça katletmek kabul edilemez. O zeytin ağaçlarının yerine yapılan termik santralın ürettiği elektrik, bazı ampulleri parlatacaktır ama vicdanlı insanların ruhlarını şimdiden kararttı.
Rant uğruna doğayı bu denli katledenlere, buna alet olanlara zeytin ağacı, Homeros’un kulağına fısıldadığını daha bir güçlü haykıracak: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.”