Vicdanımızın yandığı gece: Kartalkaya

Prof. Dr. Çisil SOHODOL
Prof. Dr. Çisil SOHODOL [email protected]

Karşımda duran ekrana uzun uzun, boş gözlerle baktım bu hafta bir şeyler yazmaya çalışırken. Hangi konuda yazmaya kalksam, yazdıklarımdan utandım ve devam edemedim. İnsan, yüreğindeki acıyı taşıyamaz hale gelip bir de günlerdir yaşananları düşündüğünde, her başlık, her konu o kadar anlamsızlaşıyor ki... Hiçbir şey olmamış gibi başka bir gündem hakkında yazmayı düşünmek bile insanı utandırıyormuş. Bunu bir kez daha derin bir şekilde anladım. Ne zaman Kartalkaya’da yaşanan trajedi gibi bir acı yaşansa, zihnimin bir köşesinde hep aynı ağıt tınısı yankılanır: “Ah, yine mi keder... Ama artık yeter...” O yaralı melodi, içimde yankılanan sessiz bir çığlık gibi kulaklarımda çınlar. Kartalkaya...

Türkiye’nin beyaz örtüsünde saklanan huzurun adresiydi. Ancak bu kez, o beyaz örtüye siyah bir duman çöktü. Geceyi aydınlatan alevler ne karla örtülebilir ne de unutulabilir. Onlarca can, bir yangında bizden alındı. Geriye bir otel enkazı değil; küle dönmüş hayaller, sessizliğe gömülen hikayeler ve acının hiç dinmeyeceği yürekler kaldı. Kartalkaya, bir milletin vicdanında kapanmayacak bir yara olarak hep kanayacak. O yangında sadece insanlar değil, umutlar da yok oldu. Çocukların gülüşleri, bir ailenin sabah kahvaltısı hayali, yıllardır süren dostlukların sıcaklığı… O gece çığlıklar her şeyi yuttu. Bir otel yanarak yok oldu; ancak asıl yıkım, insanların hayallerinde, sevdiklerinde ve güvende hissetme duygularında oldu. Bu yangın yalnızca bir felaket değildi. Bu yangın, bir uyarıydı. İnsan hayatının ihmaller ve göz ardı edilen sorumluluklar yüzünden nasıl yok olabileceğinin acı bir kanıtıydı. O gece yalnızca bir otel yanmadı; güvenlik sistemleri, kriz yönetimi, insan hayatına verilen değer de o alevlerde kül oldu. Alarmın çalmadığı koridorlar, sorunlu yangın merdivenleri, eksik bırakılan güvenlik önlemleri… Alevlerin öldürdüğü yalnızca bedenler değildi; ihmallerin karanlık gölgesi umutları da yuttu.

Bu trajedi, bize krizlerin asla rastlantı olmadığını, her felaketin ardında zincirleme bir ihmal dizisinin yattığını gösteriyor. Her bina, her işletme yalnızca bir yapı değil; içinde yaşanan hayatların, kurulan hayallerin ve güven duygusunun yuvasıdır. İnsan hayatını korumanın ilk adımı, en kötüsünü hayal edip ona karşı hazırlık yapmaktır. Sistemler inşa etmek, o sistemleri test etmek, krizlere ve felaketlere hazırlık yapmak ama asıl önemlisi onları başımıza gelmeden önlemek imkânsız değil. Belki biraz daha fazla yatırım, belki biraz daha çaba gerektirir; ama insan hayatının değeri, bu çabaların gerekliliğini tartışmaya dahi açmamalı!

Acıdan doğan sorumluluk: Kartalkaya’nın bize anlattıkları

O halde sorulması gereken temel soru şudur: Biz ne zaman insan hayatına öncelik vermeyi öğreneceğiz? Yönetim sistemlerinde, iş ahlakında, etik değerlerde zenginleşmeyi ne zaman bir lüks değil, en önemli değer olarak göreceğiz? Kartalkaya’da yaşananlar, bu soruların daha fazla ertelenmeden cevaplanması gerektiğini haykırıyor. Felaketler, çoğu zaman doğanın değil, insan hatalarının bir sonucudur. Ve bu hataların bedelini ödeyenler, ne yazık ki en masum olanlar olur. Bu nedenle, Kartalkaya yalnızca bir yas mekânı olarak hatırlanmamalı. Bu trajedi, aynı hataların bir daha yapılmaması için bir dönüm noktası olmalı. Bizi, ihmalin yerine sorumluluğu, boş vaatlerin yerine somut önlemleri koymaya zorlamalı.  Kartalkaya’nın külleri arasından çıkarmamız gereken tek şey acı değil; aynı zamanda daha iyi bir sistemin, daha güvenli bir geleceğin temelleridir.   Binalar yeniden inşa edilir; ama hayalleri, güveni ve ruhu paramparça olmuş insan hayatını yeniden inşa etmek çok daha zordur. 

İşte bu yüzden, bu trajediyi yalnızca bir felaket değil, aynı zamanda bir uyarı, bir hatırlatma olarak hafızalarımıza kazımalıyız. Bu acı, geçmişin karanlık gölgesinde kalmamalı; aksine,  bir ders olarak her zaman hatırlanmalı. Yaşadığımız bu derin acılar, bizi daha bilinçli, daha duyarlı ve daha sorumlu bir toplum olmaya zorlamalı. Bir daha bu acılar yaşanmasın. Başka yürekler, böylesine dayanılmaz bir ağırlıkla yanmasın. Başka çocukların gülüşleri alevlerin içinde solmasın. Hiçbir insan, yaşamlarının en güzel anlarını geçirdikleri bir yerde, hayatta kalabilmek için alevlerin ortasında çırpınırken  sevdiklerinden helallik istemek zorunda kalmasın. Başka hiçbir anne ya da baba, kaybettiği evladının kokusunu hatırlayarak uykusuz geceler geçirmesin. Hayattan çalınan onlarca canın ağır yükü , yalnızca yas tutmamızı değil, aynı zamanda harekete geçmemizi gerektiriyor. Onlara borcumuz, aynı acıların bir daha yaşanmamasını sağlamak. Bu trajedi, yalnızca kayıplarımızı değil, aynı zamanda daha güvenli, daha insancıl bir düzeni inşa etme sorumluluğunu da bizlere hatırlatmalı. İnsanlık, ancak geçmişin hatalarından ders çıkararak ileriye bakabilir. Ve biz, bu dersleri unutacak lüksümüz olmadığını biliyoruz. Hayattan çalınan onlarca cana bunu borçluyuz. Unutmamalıyız, çünkü unutmak aynı hataların yeniden yaşanmasına kapı aralamaktır.  Unutmamalıyız, çünkü unutmak kaybedilenlerin anısına yapılan en büyük saygısızlık demektir. Unutmamalıyız, çünkü unutmak geleceğimizi karanlığa teslim etmek anlamına gelir. Unutmamalıyız, çünkü unutmak ihanet etmektir. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar