Verginin ve patronajın önemi üzerine

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye, dünyanın yaşadığı ilginç ve sancılı değişimin etkilerini kendi özel koşullarında yaşarken, gereken hızda olmamakla birlikte, alışılmış gündeminde olumlu değişikliklere tanık oluyor. Dünyada küresel finans sisteminin yeniden tasarlanması ve geçen yıla oranla gevşeyen küresel koordinasyonun nasıl kurumsallaştırılacağına ilişkin arayış sürerken, biz de bir yandan krizin ilk aşamasından etkilenmeyen finans sistemimizin sağlığını koruyup, ciddi bir daralmaya uğrayan reel kesimimizi nasıl canlandıracağımızın ve sonra da rekabetçiliğini nasıl arttıracağımızın derdindeyiz. Bu amaçla yatırımcı ve tüketici güvenini arttırmamız, bunun için de mali disipline zarar vermeden kaynak kullanımında maksimum etkinlik sağlamamız gerekiyor. Üstelik bütün bunları, enflasyon tehlikesinin yeniden baş gösterdiği ve yeni bir seçim konjonktürünün yakınlaştığı bir ortamda yapmak durumundayız.

Verginin çok konuşulması iyi ama…

Böyle zorlu ödevlerle yüz yüze bir ekonomiyi ve daha da karmaşık sosyal ve siyasal tartışmalar yaşayan ülkeyi yönetmek durumunda olanların işi kolay değil. Buna rağmen batıda öteden beri önemli olan, bizde ise kurumsal ve yapısal nedenlerle bir türlü gündemin ön sıralarına çıkamayan pek çok sorun, krizin dayattığı sancılı koşullarda, kamu yönetimi ve toplumsal kesimler arasında eskiye oranla çok daha yoğun bir şekilde tartışılır oldu.

Bunlardan biri de, popülist ve soyut bazı referanslar dışında pek ele alınıp irdelenmeyen vergi sorununun daha gevşekçi ve objektif bir biçimde kamuoyuna yansımaya başlaması. Uluslararası likidite ve finans kanallarının daralmasıyla hem kamu hem de özel kesim için kaynak kullanımının kazandığı önem, iki kesimi de ilgilendiren vergi parametresi konusunda politika alternatiflerinin ve uygulama zafiyetlerinin daha cesur ve samimi bir şekilde dile getirilmesini sağlıyor. Kamu yönetimi sağlam kamu finansmanı ve bütçe kalitesi için vergileri artırmak gerekiyorsa bundan kaçınmayacağını, özel kesim ise sektörler bazında dolaylı vergilerinin enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerini, genel olarak da kayıt dışılığın ve farksız rekabetin azaltılması gerektiğini ifade ediyor.

Ancak yine de bu tepkilerin henüz gerçek bir reform çabası ya da stratejik bir politika tasarımı ile ilişkisi kurulacak kapsamda ve derinlikte olmadığı açık. Kamu yönetimi, mali disiplinden sapmamak ve büyüyen bütçe açığını kontrol altına almak amacıyla, özel kesim ise kendi ürününün maliyetini ya da bilanço kalitesini olumsuz etkileyeceği kaygısıyla hareket ediyor. Oysa bu sınırlı ve kısa vadeli bakış açılarının ötesinde ekonominin ve kamu maliyesinin orta uzun vadedeki güvenilirliği ve istikrarı açısından, vergi sisteminde kalıcı ve sürdürülebilir bir dönüşüm sağlanması gerekiyor.

Mali kural ve vergi reformu

Aslında hükümetin Orta Vadeli Program varsayımları arasında öngördüğü mali kural esası da, bütçe açığı ve kamu borcu ile ilgili bir sınır öngörülmesini ve bunun yasal bir düzenlemeye bağlanmasını gerektiriyor. Bütçe yılını aşan ve sürekli nitelikte olan bu kuralın uygulanması da vergi sistemi ile ilgili daha derin ve yapısal bir değişiklik ihtiyacını yoğunlaştıracak.

Böyle bir sistemik değişikliğin toplam vergi yükünü artırsa da her alanda vergi artışı getirmesi şart değil. Kayıt dışının azaltılması, gelir vergisi tabanının ve beyannameli mükellef sayısının arttırılması, vergi idaresinin ve denetiminin daha etkin hale getirilmesi, kentsel rantların ve vergi dışı kalmış diğer potansiyel alanların kavranması, elektronik altyapının yaygınlaştırılması, güvenlik müesseseleri geliştirilmesi yoluyla vergi sisteminin verimliliği arttırılırken sağlanacak kaynaklarla istihdam maliyetinin aşağı çekilmesi, istihdam sağlayacak büyük yatırımların, bilişim gibi üretkenliği yüksek sektörlerin, arge ve teknolojinin vergi yüklerinin azaltılması aynı reform paketinin içinde yer almalıdır. Bu trend, ayrıca, dolaylı vergilerin sistem içindeki ağırlığını da zaman içinde azaltmaya imkan verecektir. Önümüzdeki dönemde bu konudaki tartışma ve çabaların yoğunlaştığını göreceğiz.

Risklere karşı hakim ortak

Bizde sermaye piyasaları derinleşmediği ve şirket ölçekleri güdük kaldığı için fazla irdelenmeyen, ancak gelişmiş dünyada epeydir tartışılan ve bu son krizle yeniden ısınan bir sorun da devleşen ve halka açık olan küresel şirketlerin yüksek ücretler ve primler alan üst yöneticilerinin, risk yönetimi ve sorumluluk açığı dolayısıyla yol açtıkları ya da açabilecekleri tahribatın önlenmesi. ABD Başkanı Obama'nın krizin tetikleyicisi olan Amerikan finans kesimi için aşırı büyümeyi ve mevduatın kredi dışında riskli yatırımlara yönlendirilmesini yasaklayan yeni bir düzen içeren bir plan açıklamasıyla yeni tartışmalar doğuracak olan bu sorun, geri planda "hakim ortak" ya da "patron" faktörünün yeri doldurulmasında zorluk çekilen ve azımsanmayacak avantajlarını da akla getiriyor.

Aile şirketlerinin çok büyük çoğunlukta olduğu Türk ekonomisi için bu özellik, bu şirketlerin ölçek ve yenilikçilik açısından durağanlığı ve tutuculuğu özendirici mekanizmalarla aşılabilirse ve kurumsallaşmaları hızlandırılırsa, asimetrik bir rekabet üstünlüğü yaratabilir. Uzmanlar ve akıllı bağımsız yönetim kurulu üyeleriyle desteklenecek hakim ortaklar, daha sağlıklı ve istikrarlı bir büyüme performansı sağlayabilir. Bu potansiyelin değeri yeni dönemde artabilir. Yeni gündemde bu konuyu da işlemekte yarar var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019