Vergide yaygın ihtilaf konuları - 3

Recep BIYIK
Recep BIYIK VERGİ PORTALI [email protected]

Vergide yaygın ihtilaf konularına devam ediyoruz.

Gelir yazılmayan alacak için karşılık ayrılabilir mi?

Vergide öyle konular vardır ki, yıllarca tartışılmış, farklı uygulamaları yapılmış, ancak tartışma bir türlü sonlandırılamamıştır. Bu ve aşağıdaki konuların çoğu aynı niteliktedir.

Hasılat yazılmayan alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılıp ayrılamayacağı, uzun yıllardır tartışılmasına rağmen netleşmiş bir konu değildir.

Yargı kararları, özelgeler ve vergi hukukçularının görüşleri hem kendi aralarında hem de bütüncül olarak aynı yönde değildir.

Küçük bir araştırma ve tarama yaptığımda gördüğüm durum şudur:

Kanunda karşılık ayrılması için alacağın, ticari kazancın elde edilmesi ve devam ettirilmesiyle ilgili olması yeterli görülmüştür. Ancak kanunun gerekçesinde hasılat yazılmayan alacak için karşılık ayrılamayacağı anlamına gelebilecek bir ifade vardır.

Yargı kararları eşit sayılabilecek ölçüde ikiye ayrılmıştır. Danıştay'ın aynı dairesince, aynı yıl verilmiş farklı kararları bulunmaktadır.

Maliye Bakanlığı özelgeleri de aynı yönde değildir. Hasılat yazılmayan alacaklar için karşılık ayrılmasını;

1997 yılında kabul eden, 1998 yılında kabul etmeyen, 1999 yılında tekrar kabul eden,

2002 yılında ve 2003 yılının başında kabul eden ancak 2003 yılının sonunda kabul etmeyen

özelgeler vardır. Biliyorum anlaşılabilir değildir, ancak böyledir.

Gerek yargı kararlarında gerekse de özelgelerde değişikliğin, yasal düzenlemelerin değişmesinden değil, kişilerin değişmesinden kaynaklandığı tahmin edilmektedir.

Taşınmaz ve hisse senedi satış zararı gider yazılabilir mi?

İstisna kazançlara ilişkin gider ve zararlar, vergiye tabi kazancın tespitinde dikkate alınmamaktadır. Yani bir kazanç vergilendirilmeyecekse, bu kazanca ilişkin gider ve zararlar da başka kazançların vergilendirilmesinde dikkate alınmaz.

Taşınmaz ve iştirak satışından doğan kazanç, belli koşullarla kurumlar vergisinden istisnadır. Bu koşullardan önemli iki tanesi; satış bedelinin iki yıl içinde tahsili ve kazancın istisna edilecek tutarın özel bir fon hesabına alınarak beş yıl bu hesapta tutulmasıdır.

Taşınmaz ve iştirak satışından doğan zararların diğer gelirlerden indirilip indirilemeyeceği tartışmalıdır.

Konuyla ilgili olarak Maliye Bakanlığı çelişik görüşler vermiştir.

Bakanlıkça verilen bazı özelgelerde, taşınmaz ve iştirak satış kazançlarının kurumlar vergisinden istisna olduğundan hareketle, satış zararının diğer gelirlerden indirilemeyeceği belirtilmiştir.

Az sayıdaki bu görüşe karşılık, daha ağırlıklı olarak verilen başka özelgelerde;

Taşınmaz ve iştirak hissesi satışından zarar doğması halinde istisna kapsamında bir kazançtan söz edilemeyeceği,

Taşınmazlar ve iştirak hissesi satış kazancı istisnasının her durumda uygulanan mutlak bir istisna olmadığı, ancak kanunda belirtilen şartların gerçekleştirilmesi halinde uygulanabilecek bir istisna olduğu,

Bu çerçevede, zararla sonuçlanan iştirak hissesi ve taşınmaz satışı nedeniyle oluşan zararların tamamının kurum kazancının tespitinde dikkate alınabileceği belirtilmektedir.

Son zamanlarda verilen bazı özelgelerde, gayrimenkul veya iştirak hissesini satan ve zarar eden kurumun, satış eğer kârlı olsaydı istisnadan yararlanacak olması varsayımından hareketle, zararın % 75'inin indirim konusu yapılamayacağı görüşü yer almaktadır.

Kişisel düşüncemiz, satış zararının tamamının indirimine engel bir düzenleme olmadığı şeklinde olmakla birlikte, konuya bu yazıda yer vermemizin nedeni bu değildir. Burada başka bir sorun gündeme getirilmek istenmektedir.

Yukarıda özetlenen üç farklı görüşün nedeni bilinmemekle birlikte, Gelir İdaresi'nin önce zararın tamamının indirileceği görüşünde olduğu, sonradan görüşünü değiştirerek zararın % 75'inin indirilemeyeceği görüşünü verdiği, yerel idarelerden ise zarar mahsubunun hiç yapılamayacağı görüşlerinin çıktığı tahmin edilmektedir.

Gelir İdaresi'nin yukarıda özetlenen üç görüşten birisini benimsemesi ve uygulamaya çalışması doğaldır. Farklı düşünenlerin bunu eleştirmesinde de sakınca yoktur. Ancak;

Yasal bir değişiklik veya başka bir gelişme olmadan görüş değişikliği,

Konuyla ilgili İdarenin yorumunun ne olduğunun bilinmemesi

anlaşılabilir değildir. Gelir İdaresi'nin görüşünü bilmek ve ona uygun hareket etmek isteyen mükellefin, bu görüşlerden hangisinin İdarece benimsendiğini, hangisinin halen geçerli olduğunu, son tarihli görüşten sonra da tekrar görüş değişikliği olup olmadığını bilmesi mümkün değildir.

Amortisman ayırmaya ne zaman başlanır?

Yanlış bilmiyorsam, amortisman ayırmaya başlama tarihi ile ilgili hüküm hiç değişmemiştir. Yıllardır uygulanır. Anlaşılır gibi değil ama temel bir sorun da düzenlemeyle birlikte yaşaya gelmiştir.

Düzenlemeye göre amortisman uygulaması, iktisadi varlığın aktife girmesiyle başlar. Ne kadar açık bir hüküm değil mi?

Değil. Bu açık hükmü Maliye Bakanlığı ile yargı organları aynı şekilde anlamıyor. Maliye Bakanlığı'na göre, aktife girme ifadesi, varlığın iktisap edilerek kayıtlara geçirilmesi, değerleme gününde envanterde olması ve kullanıma hazır bulunmasını gerektiriyor.

Yargı organları böyle düşünmüyor. Yargı organları amortisman ayırmaya başlamak için varlığın kullanılmasının veya kullanıma hazır hale gelmesinin gerekmediği görüşünde. Buna göre, amortisman ayırmaya başlayabilmek için, varlığı aktife kaydetmek yeterlidir.

Satın aldığınız ve defterlere kaydettiğiniz varlıklarınız, vergilendirme döneminin son günü itibariyle kullanıma hazır değilse, örneğin hala ambalajında veya montajı tamamlanmamışsa, dikkat.

Yenileme fonu süresi nedir?

Bir önceki konuya benzer bir durum yenileme fonu için de söz konusudur.

Eğer sattığınız bir varlığınızı yenileyecekseniz, satıştan doğan kazancı yenileme fonu hesabına alarak bu hesapta üç yıl süreyle vergilemeksizin tutabilirsiniz.

Üç yılın hesabı nasıl mı yapılacak?

Görüşler farklı. Özetle;

Maliye Bakanlığı'na göre süre satışın yapıldığı yıldan

Yargı kararlarına göre ise süre, varlığın satıldığı yılı izleyen takvim yılının başından

başlamaktadır.

Son söz

Bu makale, altı makaleden oluşan bir serinin sonuncusudur. Makalelerde özet olarak, af kanunları değerlendirilmiş, yeni af kanunlarına ihtiyaç olmaması için vergi sisteminin ve uygulamasının bu gözle taranması, yaygın ihtilaf konusu olan düzenlemelerin ve uygulamaların değiştirilmesi, örnek bazı konular üzerinden ifade edilmek istenmiştir.

Vergi mevzuatımızda yaygın ihtilaflara neden olan veya yaygın ihtilaflara neden olma potansiyeli yüksek olan daha çok konu vardır. Bu konuları makalelerle incelemek olanaklı da değildir.

Yapılmak istenen sadece konunun tartışmaya açılmasını sağlamak, her yıl en az ona yakın küçümsenmeyecek boyutta vergi kanunu değişikliği yapılan bir durumda, bir kere de yaygın vergi uyuşmazlıklarına neden olan konuları ortadan kaldırmak için bir torba kanunun (!) çıkartılmasını önermektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar