Venezuela artık ABD’nin arka bahçesi değil mi?
Görünen o ki, Venezuela hükümeti iktidarı bir türlü elden bırakmak istemiyor. Bu alışılmadık bir durum değil. Hâlihazırda Venezuela’yı yönetenler ve destekçileri, iktidarı kaybederlerse, yaptıklarının hesabını vermekten ve politikada yükselişe geçmelerinden önce oldukları gibi yeniden fakir insanlar haline gelmekten korkuyorlar. Tarihlerine bakıldığında, çoğu Latin Amerika ülkesinde gelir dağılımı hep düzensiz olmuştur. Bu dengesizliğe, yolsuzluğa yatkın, büyük servet sahibi küçük grupların topluma ve siyasete egemen olduğu bir ilişki sistemi de eşlik etmiştir. Bu yönetici gruplar ABD ile her zaman nispeten iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Amerikan hükümetleri de bu ülkelerde “istikrarı” ve yönetimlerinin ABD ile uyumlu olmasını sağlamak için sosyo- ekonomik yapıları bir hayli kırılgan olan bu toplumlarla iyi ilişkiler kurmaya açık bir tutum sergilemişlerdir. Ayrıca, gerekli gördüğünde ABD, bu ülkelerin iç politikalarına müdahale etmekten kaçınmamıştır.
Tarihten hangi örnekler verilebilir?
Tarihe şöyle bir baktığımızda Küba, Şili ve Karayipler’deki ada devletlerine dönük Amerikan politikalarını hatırlayabiliriz. Bu ülkelere Amerika’nın dolaylı müdahaleleri olduğu gibi, Allende dönemi Şili örneğinde olduğu gibi, siyasi değişime doğrudan müdahale ettiği durumlar da oldu. Amerikan müdahaleciliği, Latin Amerika ülkelerinde sosyal ve siyasal değişiklik talep eden siyasi hareketlerin anti-Amerikan eğilimler göstermelerine neden olmuştur. Amerikalılar, bu ülkelerdeki egemen sınıfl arla kendi menfaatleri doğrultusunda yakın ilişkiler geliştirip, onları müttefik olarak iktidarda tutmaya çalışmışlardır. Bu Amerikan politikasının ilk gerçek yenilgisi Küba’da gerçekleşti. Uzun süren bir mücadeleden sonra Fidel Castro ve iştirakçileri 1957’de Fulgencio Batista hükümetini devirmeyi başardı. ABD, eski yönetim taraftarlarının 1961’de Domuzlar Körfezi’ne çıkmasına önayak oldu. Çıkarmayı yapanların iktidarı tekrar ele geçirmeleri, böylece Amerika’nın da Küba›da kaybettiği konumu yeniden kazanması tasarlanmıştı, ancak girişim başarısız oldu. Bir diğer örnek olarak Salvador Allende’nin demokratik bir süreçle iktidara geldiği Şili hatırlanabilir. Allende, ABD şirketlerinin Şili ekonomisinde elde ettiği baskın konumu ortadan kaldırmak istedi. Genel kanıya göre CIA’nın kışkırtmasıyla başlayan ve TIR şoförlerinin greviyle ilerleyen bir dizi olayın nihayetinde Salvador Allende başkanlık sarayı La Moneda’yı savunurken öldürüldü. Amerika’ya meydan okumayan bir askeri diktatörlük iktidara el koydu.
Venezuela ekonomisi de bu durumun aşılmasını kolaylaştırmıyor, değil mi?
Venezuela’ya geri dönecek olursak, o da ABD’yle çatışma halinde. Ancak, Venezuela’da işlerin çok iyi gittiğini ya da Venezuela’nın davranış biçiminden mutsuz olanın sadece ABD olduğunu söylemek zor. Nitekim önce bir askeri darbeyle iktidara gelmeye teşebbüs edip başaramayan, ancak daha sonra bunu seçim yoluyla başaran Chavez’in yönetimindeki Venezuela hükümeti ülkenin ekonomisini ve siyasetini çok kötü yönetti. Chavez petrol fiyatlarının yüksek olduğu ve Venezuela›nın bol petrol ürettiği bir dönemde iktidara geldi. Ve petrol gelirinden ibaret bu talih kuşu Chavez’in sadece sosyal hizmet alan kendi taraftarlarına değil, ucuz petrol arayan Küba gibi başka ülkelere de cömert davranmasını sağladı. Ancak, petrol fiyatları düştükçe Venezuela ekonomisini yönetmek zorlaşmaya başladı. Günümüz Venezuela ekonomisi gelir yetmezliği ve yaygın enflasyon ile karakterize edilebilir. Chavez’in halefi Maduro’nun iktidarı elinde tutma biçimiyse rejimi daha da otoriter kılmak, orduyu mutlu tutmaya çalışmak şeklinde özetlenebilir. Bugün askerler de dahil olmak üzere artan bir genel bir hoşnutsuzluk söz konusu çünkü ya maaşlar zamanında ödenemiyor ya da ödense dahi satın alacak herhangi bir şey bulunamıyor. Öte yandan, enflasyon oranı çok yüksek ve bu da tasarrufların korunmasını zorlaştırıyor. Bu şartlar altında Venezuela hükümetinin hayatta kalamama ihtimali oldukça yüksek.
ABD neden bir askeri hareketi düşünebileceğini açıkladı?
Bunu anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Ekonomik zorluklarının bir kısmının komşularının istikrarını tehdit edebilmesi dışında, Venezuela’da stratejik bir Amerikan çıkarının bulunmadığı söylenebilir. Peki, neden ABD Venezuela’yı müdahale etmekle tehdit ediyor? Sanırım bunun yanıtı pek de öyle derin stratejik değerlendirmelerde yatmayabilir. Tarihsel olarak Güney Amerika da dahil olmak üzere Amerikan kıtasını ABD’nin arka bahçesi olarak gören bir Amerikan dış politika zihniyeti var. Amerikalılar, özellikle ABD çıkarlarına meydan okuyanların, kıtada aktif olmasını istemiyor. 19’uncu yüzyılın başlarına geri dönerseniz, bu düşünce kalıbı, Avrupalılardan Amerika kıtasından uzak durmasının istendiği Monroe Doktrininde belirginleşmişti. Burası bir çeşit Amerikan rezervi olacaktı. Castro olayına kadar ABD’de, bu anlayış Birleşik Devletlerin Latin Amerika politikasına egemen oldu ve bölge ülkeleri onun onayını almaksızın bağımsız siyasetler geliştiremediler. Bu toplumların üst sınıfları genellikle ABD ile yakın ilişkiler içerisinde oldu. Birçoğunun Miami’de ikinci evleri var, Amerikan bankalarında küçümsemeyecek hesapları var, tatillerini orada geçiriyor ve çocuklarını Amerikan üniversitelerinde okutuyorlar ve saire. Bu bağlantı tamamen sona ermiş değil. Aynı zamanda, yoksul sınıfların çoğunun da iş bulmak için göç ettiği bir yer Amerika. ABD, Latin Amerika toplumlarının politikalarında önemli bir güç olmayı sürdürüyor ancak artık kendi koşullarını pek dayatamıyor.