Velev ki ekonomik reform yaptık
1 Kasım seçiminden hemen sonra ‘istikrar’ üzerine bir yazı yazmıştım. Amacım ‘istikrar’ın illa iyi bir şey olmayacağına dikkat çekmekti; olumsuz da olabilirdi istikrar. Ne yazık ki son gelişmeler Türkiye’de kötü anlamda bir istikrarın oluşmakta olduğuna dair yeni kanıtlar sundu. Şehitler, sokağa çıkma yasakları, çatışmalar, toplumsal barışı savunan Tahir Elçi’nin öldürülmesi, Can Dündar’ın ve Erdem Gül’ün yaptıkları haberden ötürü tutuklanmaları. Şiddetin ve baskının hakim olduğu bir istikrar açık ki özlenen bir istikrar değil.
Yine defalarca bu köşede yer aldı. 1) Türkiye’ye yatırım yapmak için gelen uzun vadeli yabancı sermaye (doğrudan yabancı yatırımlar) son yıllarda baş aşağıya gidiyor. Buna karşılık yurtdışına giden yerli sermaye miktarı artıyor. 2) Özel sektörün yatırım harcamaları 2012-2014 döneminin her bir yılında 2001’e kıyasla daha düşük bir düzeyde gerçekleşti. Bu yılda da benzeri bir gelişmenin yaşanması kuvvetle muhtemel. Elbette bu gelişmeler ile şiddetin ve baskının hakim olduğu ortam arasında yakın bir ilişki var. Bu istikrarın önümüzdeki dönemde bozulacağına dair bir emare yok ortada. Oysa şiddet ve baskı istikrarını çöpe atmak gerekiyor. Çöpe atmazsak giderek zor yaşanılır bir yer haline gelecek ülkemiz.
Bu koşullar altında ekonomimizin yerinde sayması sürpriz değil. Umarım yerinde saydığı dönemleri de arar hale gelmeyiz. Zira ekonomimizin yerinde saymayıp geriye gitmesi riski var. Hafta başında açıklanan dış ticaret rakamları bu açıdan yeni bir uyarı oldu. Euro cinsinden yaptığımız ihracat artarken, dolar karşılığında yaptığımız ihracat düşüyor. Dolar-euro kurundaki oynamalardan arındırmak için sabit bir dolar-euro kuru ile hesaplandığında ise altın dışı toplam ihracatımız bu yılın ilk on ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre hep daha düşük düzeyde gerçekleşti. Bu düşüş hemen her ay istikrarlı bir biçimde sürdü.
İthalattaki gelişmeler ihracata kıyasla daha az dikkat çekiyor. Oysa ithalat, aralarındaki aynı yönlü ilişki nedeniyle üretim düzeyimiz açısından önemli ipuçları veriyor. İpin ucunu kaçırmamak koşuluyla elbette. Kaçırmamak için de yine dolar-euro kurundaki dalgalanmaların analize gölge etmesine izin vermemek gerekiyor. Yetmez; enerji fiyatlarındaki oynaklığın etkilerini de süzgecin altına itmeli. İthalat rakamlarına böyle bakınca ortaya çıkan tablo şu: Sabit dolar-euro kuru ile hesaplanan altın ve enerji dışı ithalat (üçer aylık ortalamalar dikkate alındığında) eylül ve ekim aylarında, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla önemli ölçüde düştü. Oysa yılın ilk sekiz ayında artmıştı. Farklı bir ifadeyle, üretimle ilişkisi açısından ele alındığında, ithalattaki olumlu istikrar (artış) bozuldu.
Kıssadan hisse: Şiddet ve baskı ortamına son vermeden ekonominin şu ya da bu alanında reform yaparak Türkiye ekonomisinin ayağa kalkıp koşması mümkün değil. Şüphesiz, “ekonominin şu ya da bu alanında reform yaparak” diyerek “reform yapma kapasitemiz olduğu” gibi büyük bir varsayım yaptığımın da farkındayım. Ama bazen soyutlamak gerekiyor. Yaptığım varsayımı “velev ki ekonomik reform yaptık” diye de okuyabilirsiniz.