“Vasatlık tuzağından “nasıl kurtuluruz?”

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Karşılıklı bağımlılık ilişkileri

Bilim ve teknolojideki  her köklü  değişimin yarattığı  eğilimler, son çözümlemede toplum yapısını değiştiriyor: Yeni yaşam biçimleri, yeni yaşam tarzları, çatışma  ve işbirliği alanları, yeni yasal düzenleme ihtiyaçları vb. sorunlar ortaya çıkıyor.

Vasatlığı aşarak, gelişmiş bir toplum olmak istiyorsak;  temel eğilimlerin yarattığı  yeni karşılıklı bağımlılık ilişkilerini  tanımlamalıyız. Çok genel çizgileri ile  karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini  aşağıdaki  alt-başlıklarda  ele alınabilir:

Akışların hızlanması ve bağlantıların artması : Bilim ve teknolojik gelişmelerin  yarattığı  ulaşılabilirlik,  erişilebilirlik olanakları; biyoloji, fizik ve kimyadaki gelişmelerin yarattığı  yeni malzemelerin  geleneksel  malzemelerin yerine ikame edilmesi vb. gelişmeler    üretim sistemleri ile  insanlar arasındaki ilişkileri  alabildiğine hızlandırmış  ve bağlantılarını artırmıştır. 

Kentleşmenin  hızlanması  “toplanma ilkesini” tarihte hiç görülmedik hızlara ulaştırmış; kentleşme  insanları yakınlaştırdığı kadar yarıştırmış- rekabet ettirmiştir- da. Kentlerde  her şey  gözle ve sözle  denetlenebilecek  kadar “büyük  gözaltına” alınmaktadır. Bu nedenle, akışların hızlanması ve  bağlantıların artması, insanlar arasında   işbirliği  ihtiyacını  da farklılaştırmaktadır.

Vasatlıktan  kurtulmak istendiğinde, dünya genelinde akışların hızlanması ve bağlantıların artmasının yarattığı  “alternatif tepki biçimlerini” yeniden ayarlamak ve  başka toplumlardakine  “eş değer” hale getirmek gerekiyor.

Uzmanlıkların artması ve bağımlılıkların derinleşmesi: İnsanlar arasında  bağlantıları artıran ve işbirliklerini zorunlu hale getiren etkenlerden biri de  uzmanlıkların  giderek derinleşmesidir. Eğitim sisteminden,  devlet örgütlenmesine, sivil inisiyatiflerden  iş örgütlenmelerine kadar her alanda  uzmanlığın gerektirdiği  derinliği  kavramadan vasatlık aşılamaz. Uzmanlığın gerektirdiği  işbirliklerini  kurabilecek  zihinsel olgunluk gerekir. “Bizde ortaklık olmaz”  gibi bir önyargı, yerleşik doğru, kalıp düşünce ve ezberin bizleri kuşatmasına, sınırlamasına, yaratıcı yeteneklerimizin önünü tıkamasına izin verirsek, vasatlığın tuzağından kurtulamayız.

Zihinsel ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik olanaklarının genişlemesi: Görsel ve işitsel medya kanallarının genişlemesi  ve  çeşitlenmesi, fiziki anlamda olduğu gibi, zihinsel erişilebilirliği de alabildiğine artırmaktadır. Teknoloji, dünyanın  en uzak  köşesindeki  olumlu gelişmeler kadar  acıları, baskıları ve insan haklarına saldırıları da  evimize getiriyor.

Zihinsel erişilebilirlik  rekabeti  yaygınlaştırmakta  ve  derinleştirmektedir; bu rekabetle baş edebilmenin   yollarından biri, organik büyümedir. Diğeri de, ortaklık, işbirliği ve  güçlerin   birleştirilemesi ile rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknolojik donanım ve  işe yarar  yönetişim  becerilerine ulaşma… Vasatlığı  aşarak  gelişmişlik  düzlemine ulaşmak için zihinsel gelişmede yeni bir aşamaya geçilmesi gerekir.

Uzmanlaşma nedeniyle  disiplinlerarası işbirliklerindeki yapı değişmesi: Bilim ve  teknolojideki  gelişmelerin  ayrıntıya doğru ilerlemesi   uzmanlaşmayı artırıyor. Çok farklı  disiplinlerin  birlikte  belli alanlara odaklanması başarılı sonuçlar yaratıyor. Bir toplum vasatlık tuzağına yakalanmak istemiyorsa, bir yandan  uzmanlaşmada giderek daha  ayrıntıya  inmeli, öte yandan da  işbirliklerini geliştirerek  toplam verimliliği artırmalıdır ki  ayakta durabilsin.

Teknolojiye erişilebilirliğin artması ve kalite homojenliği: Çağımızın çok temel özelliklerinden biri de  teknolojiye  herkesin ulaşabilmesi, insandan görece  bağımsızlaşan kalite homojenliği yaratmasıdır. Gelişmiş bir toplumun insanı ile gelişmekte olan toplumun ürettikleri arasında  kalite farkının azalması, marka   ve imaja bağımlılığı artırmaktadır.
Vasatlık tuzağından kurtulmak istiyorsak, marka ve  imaj yaratacak gelişmeyi yakalamak zorundayız. Bu  zorluklar bizi  uluslararası  markalar yaratma hedefine  taşır. Ülke imajından beslenen  firma ve ürün imajı yaratmadan   vasatlık  sınırlarının aşılamadığını iyice içselleştirmemiz gerekiyor.

Sınırsız şeffaflığa geçiş ve hesap verilebilirlik: İnsanoğlu  kendi eliyle geliştirdiği  teknolojinin  yaşamın bütün derinliklerini   etkilemesi nedeniyle  hızla  sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa  ilerlenmektedir.

Şeffaflık ,aynı  zamanda  hesap verebilirlik alanını  alabildiğine geliştirmektedir. Vasatlık ilkesiz gizliliğe abanırken, gelişme  dışa ve  dünyaya açık iş yapma anlamına gelmektedir. Vasatlık, kendini yalıtarak hesap verebilirlikten kaçınma anlamına gelirken, ilerleme  yalıtma yerine   kapsayıcı olma  anlamına gelmektedir.
 
Kitle iletişimi ve  ilgi topluluklarının  eğilimleri: Kitle iletişimini  kolaylaştıran, yaygınlaştıran ve derinleştiren  teknik gelişmeler yeni bir toplumsal kategori  yarattı: İlgi  toplulukları.

Türkiye’de  Gezi Olayı’ndan  Mısır’daki protestolara, ABD’deki  yaygın ilgi topluluklarından Japonya’daki cemaat  örgütlenmelerine, kısa mesaja  dayalı iletişimin yarattığı  ilgi  toplulukları  yeni  tüketim kalıpları  yaratıyor; yeni  değerler, beklentiler ve  davranışların örgütlenmesini  sağlıyor.

Vasatlık, Sanayi Toplumu sınıf  algısına  saplanıp kalırken, ileri toplum  yeni ilgi topluluklarının davranışlarını önemsemek  zorunda. Eğer   vasatlığı aşarak ileri  toplumlar arasına  katılmak istiyorsak; üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin  yaşam  biçimleri ve yaşam tarzlarını  etkilemesini yakından izleyip, değişmelere  uyum göstermek için gerekli önlemleri almak  zorundayız.

Eğitimde esneklik ihtiyacı, proje-odaklı  programlar: Teknolojik gelişmelerin hızı ve esnekliği, sistemleri ve süreçleri da  hızlandırmıştır. Sanayi Toplumu  aşamasının  tanımlanmış, kuşatılmış  ve  kontrol  edilebilir  yapısını  çözerek; çok hızlı değişen bir yeniden yapılanma aşamasına geçilmesini  sağladı. Bu yeni oluşumun  hızı, bütün ilişkileri  simetrik yapıdan, asimetrik yapılara taşıdı.

Yaşadığımız dönemde  olay ya da olguların bileşenleri tam olarak belirlenmiş değil.  Tanımlanmış, belirlenmiş, kuşatılmış ve oturmuş ilişkiler   düzeni kurulamamıştır. Bu  yapı,  üretim örgütlenmesinin kendi iç ilişkilerini  köklü biçimde değiştirmektedir. Üretim sürecinde kaçınılmaz bir ilişki olan endüstri-devlet ilişkileri, özellikle teşvik sistemleri bağlamında  netleşmiş  stratejiyi  merkezine yerleştiren bir  “bakış açısını” yerli yerine oturtamamıştır.

Belirsizlik koşulları, insan kaynağının niteliğini de köklü biçimde etkiliyor. Hızlı gelişmelere  uyum gösteremeyen  eğitim sistemleri, iş dünyasının  gerektirdiği  nitelikli insanı  yeteri kadar  arz edemiyor. Böylece, sistem  giderek tehlikeli biçimde “vasatlık tuzağına” düşüyor.  İş süreçlerinin hızlandığı, işgücü profillerinin değiştirme ihtiyacının had safhaya ulaştığı günümüzde, yeni bir eğitim sistemi  oluşturmadan, eğitim kurumlarını işler hale getirmeden  vasatlığı  aşmak  zor.

Çağın ihtiyacına  uygun bir değerler sistemine  kafa yormayan,  bilginin yeterli olmadığı  ve anlama derinliğine erişmenin gerektiğini kavramadan, bilgi   kuramına sahip oalmayız. İnsan doğasından kalkarak  günün gerçeklerine uygun  eğitim-öğretim sistemleri kurgulamayan bir toplum  vasatlık batağına  doğru gider. Hatta,  yeni tekniklere uygun öğrenme sistemi  çerçeveleri  netleşmeyen, yeni araç-gereçlerle  uygun aktarma metotları geliştirmeyen, toplum yapısına ilişkin bir uzlaşma zemini bulmayan, fırsat yaratma konusunda  bir uygarlık tasavvuru ortaya koymayan bir toplum da   vasatlık tuzağından uzak duramaz. Bir ortak  akılda  uzlaşma sağlanamazsa, vasatlıktan  ileri toplum olmaya  gidemez. Özellikle de  vasatlıktan kurtulmanın  eğitim-öğretim bağlamının hayati önemi kavranmalıdır ki, çağı yakalayalım; proje-odaklı programlarla eğitim sistemimizi  alternatif tepki biçimleri üretebilen bir düzeye taşıyabilelim.

Kaynak-odaklı üretimden yetenek –odaklı üretime geçiş: Vasat toplum olmaktan ileri toplum aşamasına geçişin bir başka  ilişki düzlemi de, kaynak-odaklı üretim aşamasını  yetenek odaklı üretim aşamasına  taşımaktır.  Üretimin emek-sermaye ekseninden, yaratıcı-girişimcilik eksenine kaydığının  bilincine ulaşmadan da vasatlık tuzağından kurtulmamız mümkün olmaz. Dünya genelinde, satıcı piyasa egemenliğinin alıcı piyasalar egemenliğine kaydığını kavramadan da   vasatlığı  aşamayız.

Entelektüel ve sistem kapasitesinin önem kazanması: Çağımızda  maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma  amacına ulaşmamız için, iki temel bileşen  gerekli: Bireylerin  entelektüel kapasitelerinin artırılması, aklını bir ideolojiye, bir inanca, yerleşik doğruya, kalıp düşünceye ve ezbere teslim eden  bireyler  yerine   inançtan düşünceye geçmiş  bireylere sahip olma…Sorgusuz alkışlayan bireyler yerine, sorgulayarak gerçeği arıyan bireylerin yaygınlaştığı  toplumlar vasatlık tuzağına düşmüyor. Sadece  bireylerin entelektüel kapasiteleri de yeterli olmuyor; vasatlığı aşmak için  düşünce sistemleri, eğitim sistemleri, ticari sistemler,  finansal sistemler, bilimsel ve teknolojik sistemler, hukuk sistemleri, yönetim sistemleri ile sosyal, siyasi ve kültürel sistemlerin kapasitelerinin de yeterli olması gerekiyor…Vasatlık,  bireylerin entelektüel kapasitesi ile   sistem kapasitelerinin birbirini bütünlemesini gerektiriyor. Vasatlık  sorunlarını tartışırken, karşılıklı bağımlılıkları  belirleyen    entelektüel ve sistem kapasitelerinin durumunu  göz ardı edersek  etkin bir sonuç  yaratamayız.
  
Hakimiyetci rekabet anlayışının egemen olması: Günümüz dünyasında  artan, kızışan  rekabeti   “hakimiyetci rekabet”  diye tanımlıyoruz. Bu rekabet anlayışı, rakibinin bütün hatlarına saldır; bütün potansiyellerini yok et, yok edemiyorsan  ortak ol  algısına dayanıyor. 

Hakimiyetci rekabet  vasat insana, vasat topluluğa, vasat topluma, vasat işyerine ve vasat kuruma hayat hakkı tanımıyor. Küresel ticarette  hakimiyetçi rekabet algısının  yaygınlığını dikkate aldığımızda, bu  rekabet anlayışının  gerektirdiği alternatif tepki stratejilerini geliştirecek donanımlara sahip  değilsek, gelişmiş toplum aşamasına da geçemeyiz.

Uyum yeteneğini geliştirmenin koşullarının değişmesi: Süreçler, sistemler ve diğer canlı varlıkların uzun ömürlü olanları, en güçlü  olanları olmadığı gibi, en akıllıları da değildir. Uzun ömürlü olanlar, uyum yeteneği yüksek olanlardır. Bu Darwin  kuramını doğrulayan sayısız örnek vardır.

Vasatlık  tuzağından uzaklaşmak için   uyum yeteneğimizi geliştirme üzerine daha çok kafa yormamız gerekiyor. Olayları, olguları, nedenleri, sonuçları, süreçleri  kavramadan, hızla değişen iş çevresine uyum gösterebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı, “gösteremeyiz” olacaktır. Gösterebilmek için elimizdeki en etkili araç, analitik yeteneğimizi geliştirerek, hayatin öz gerçeğine  yaklaşan  varsayımlar üretmektir. Bu varsayımlara uygun zihni modeller oluşturmalıyız ki  gelecekle ilgili simülasyonlarla   yol haritaları  belirleyebilelim; yaratmak istediğimiz sonuca uygun  kaynak harcayarak ulaşabilelim.

Ölçek ekonomisinin  erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik  ihtiyacı: Hız ve esneklik çağında bütün yapıların çözüldüğünü ve yeniden örüldüğünü yaşayarak öğreniyoruz. Yeni yapılanmada çok belirgin bir gelişme doğrultusu  var: Ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik ve hızını dengeleyen toplumlar hızla hem kendi kaynaklarını hem de dış kaynakları etkin biçimde  kullanarak, hızla  gelişmiş ülkeler  arasına  katılabiliyor.

Türkiye  çok  yaygın bir küçük ölçekli yapıya sahip…Finlandiya ve Güney Kore örneğinde olduğu gibi, sadece çok büyüklerin  ekonomiye egemen olduğu bir yapıdan uzak… Bizim vasatlıktan uzaklaşarak  gelişmişler arasına katılmamız için hızla   küresel pazarlara erişebilirliği olan ve ölçek ekonomisi nimetlerinden yararlanan  “piyasa yapıcısı kuruluş” sayısını artırmamız; küçük ve orta ölçeğin esnekliklerinden de sonuna kadar yararlanmamız gerekiyor.

Vasatlıktan kurtulabilmemiz için   eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini öngörmek kadar, kendi olanak ve kısıtlarımızı nesnel biçimde tanımlamış olmak  da  gerekir. Şimdi  güncel görev, fırsat ve tehlikeler ile kendi olanak ve kısıtlarımız arasında  denge kurarak ilerleme olmalıdır.

Rekabet edebilir teknoloji ve yönetişim anlayışı: Sadece  yapıları  oluşturmamız yeterli olmaz, o yapıların içine hayat doldurarak vasatlığı aşabiliriz. Yapılara  hayat kazandırabilmemiz  uygun işgücü  kadar  uygun teknoloji de gerektirir. Uygun yapılar, uygun işgücü, uygun teknoloji   vasatlığı aşmanın  bileşenleridir ama, eksiklidir; onları   yeterli bir  “yönetişim anlayışı” ile  pekiştirmemiz de gerekir.

Analitik 1.0 den  Analitik 2.0’e ve  Analitik 3.0 yöneliş: Çağımızı yönlendiren  karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin  ulaştığı  son nokta  analitik    ihtiyacıdır. Yaygın biçimde  tartışıldığı gibi, bir toplumun kuruluş ve kurumları  “alışkanlıktan analize geçmiş” ise, insanlar iş yaparken  verileri derliyor; analiz ediyor, verilerin nesnel göstergelerine dayalı  karar üretiyorsa   “analitik 1.0 aşamasını” içselleştirmiştir.

Dönüp  küresel piyasalara baktığımızda, birçok toplumun “analitik 2.0” aşamasına geçtiklerini gözlüyoruz. Bilgi teknolojilerinin yarattığı  “büyük veri” günümüzün  yadsınamaz bir gerçeği. Büyük veri bize    veriye ulaşma fırsatları yaratıyor ama, uygun yöntemlerle verileri kirlikten ve sapmalardan ayıklamazsak, veriyi enformasyona ve enformasyonu bilgiye dönüştürmemiz ,bilgiye de sezgilerimizi katarak işimizi kolaylaştıran  “anlama derinliğine” ulaştırmamız mümkün olmuyor. Bütün bu işlemleri “ Büyük Verinin Ehlileştirilmesi Süreci”  olarak tanımlıyoruz. Bireyler, kuruluşlar ve kurumları olarak, analizle yönetim aşaması olan  “Analitik 1.0” ı aşarak,  “Analitik 2.0”aşamasına geçememişsek, vasatlığı aşamayız… “Analitik 3.0” ise  bilgileri  ürünler içine sindirerek, rakiplerimizden  bir adım öne geçen ve farklılık yaratan bir noktaya ulaşma  olarak  açıklanıyor. 

Vasatlık tuzağından uzaklaşma için bir çerçeve oluşturmaya yönelik bu denemede, iş çevresinin  “rakip stratejileri” bileşenini de   dikkatle analiz etmeliyiz. Rakipler hakkında net bilgi sahibi olmalıyız ki, hangi yönlerimizin vasat kaldığını, yetkinliklerimizin neler olduğunu net biçimde ortaya koyabilelim.

Görev alanı ve konumlanma

Vasatlık  aşamasından   gelişmişlik  aşamasına geçebilmemiz için   görev alanı  seçimi ve  konumlanma da önemlidir. İş konumuzu  yükselen alanda seçebileceğimiz gibi, olgunlaşmış bir  piyasada   “niş pazarlara” yönelik seçimle de başarılı  olabiliriz. Görev alanının belirlenmesi, fırsat ve tehlikelerin analizi, olanak ve kısıtların  dinamik bir envanterle izlenmesi de  günümüz  rekabetinde kaçınılmaz görevler olarak karşımıza çıkıyor.

Her iş yerinin   kendisi için belirlediği özgül bir görev alanı vardır; bu görev alanında başarılı olabilmek için,  birikim, bilinç düzeyi ve bakış açısı, buluş yeteneği, beklenti yoğunluğu ve bereket üretilme düzeyi de önemlidir.

Görev alanı ve konumlanma üzerine yapacağımız analizler, bizi ister istemez  “çekirdek yetkinlikleri analiz etme”  noktasına taşır.

Çekirdek yetkinlikler

Claudio Fernandez Araoz’un  tasnifini esas alırsak, “çekirdek yetkinlikleri”  iki kategoride ele alabiliriz: “Temel yetkinlikler”  ve “ ikincil yetkinlikler”

Vasatlığı aşmamız için, temel yetkinlikler olan “ öz farkındalık”, “kendini yönetme”, “toplumsal farkındalık” , “ilişki yönetimi ve sosyal beceriler” alanlarında  derinlik bilgisi kadar, yaygın eğitime ihtiyaç var. İkincil yetkinlikler olarak tanımlanan “ ticari-odaklılık”, “ değişim liderliği”, “ örgütsel becerileri geliştirme”, “müşteri odaklılık” ve  “piyasa bilgisi düzeyi”  hakkında da  gerekli bilgilere sahip olmak kadar, bilgileri  içselleştirerek,  ilim sahibi olmak kadar irfan sahibi olmaya yönelmek hayati önem taşıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar