“Vasatlık tuzağından “nasıl kurtuluruz?”
Karşılıklı bağımlılık ilişkileri
Bilim ve teknolojideki her köklü değişimin yarattığı eğilimler, son çözümlemede toplum yapısını değiştiriyor: Yeni yaşam biçimleri, yeni yaşam tarzları, çatışma ve işbirliği alanları, yeni yasal düzenleme ihtiyaçları vb. sorunlar ortaya çıkıyor.
Vasatlığı aşarak, gelişmiş bir toplum olmak istiyorsak; temel eğilimlerin yarattığı yeni karşılıklı bağımlılık ilişkilerini tanımlamalıyız. Çok genel çizgileri ile karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini aşağıdaki alt-başlıklarda ele alınabilir:
Akışların hızlanması ve bağlantıların artması : Bilim ve teknolojik gelişmelerin yarattığı ulaşılabilirlik, erişilebilirlik olanakları; biyoloji, fizik ve kimyadaki gelişmelerin yarattığı yeni malzemelerin geleneksel malzemelerin yerine ikame edilmesi vb. gelişmeler üretim sistemleri ile insanlar arasındaki ilişkileri alabildiğine hızlandırmış ve bağlantılarını artırmıştır.
Kentleşmenin hızlanması “toplanma ilkesini” tarihte hiç görülmedik hızlara ulaştırmış; kentleşme insanları yakınlaştırdığı kadar yarıştırmış- rekabet ettirmiştir- da. Kentlerde her şey gözle ve sözle denetlenebilecek kadar “büyük gözaltına” alınmaktadır. Bu nedenle, akışların hızlanması ve bağlantıların artması, insanlar arasında işbirliği ihtiyacını da farklılaştırmaktadır.
Vasatlıktan kurtulmak istendiğinde, dünya genelinde akışların hızlanması ve bağlantıların artmasının yarattığı “alternatif tepki biçimlerini” yeniden ayarlamak ve başka toplumlardakine “eş değer” hale getirmek gerekiyor.
Uzmanlıkların artması ve bağımlılıkların derinleşmesi: İnsanlar arasında bağlantıları artıran ve işbirliklerini zorunlu hale getiren etkenlerden biri de uzmanlıkların giderek derinleşmesidir. Eğitim sisteminden, devlet örgütlenmesine, sivil inisiyatiflerden iş örgütlenmelerine kadar her alanda uzmanlığın gerektirdiği derinliği kavramadan vasatlık aşılamaz. Uzmanlığın gerektirdiği işbirliklerini kurabilecek zihinsel olgunluk gerekir. “Bizde ortaklık olmaz” gibi bir önyargı, yerleşik doğru, kalıp düşünce ve ezberin bizleri kuşatmasına, sınırlamasına, yaratıcı yeteneklerimizin önünü tıkamasına izin verirsek, vasatlığın tuzağından kurtulamayız.
Zihinsel ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik olanaklarının genişlemesi: Görsel ve işitsel medya kanallarının genişlemesi ve çeşitlenmesi, fiziki anlamda olduğu gibi, zihinsel erişilebilirliği de alabildiğine artırmaktadır. Teknoloji, dünyanın en uzak köşesindeki olumlu gelişmeler kadar acıları, baskıları ve insan haklarına saldırıları da evimize getiriyor.
Zihinsel erişilebilirlik rekabeti yaygınlaştırmakta ve derinleştirmektedir; bu rekabetle baş edebilmenin yollarından biri, organik büyümedir. Diğeri de, ortaklık, işbirliği ve güçlerin birleştirilemesi ile rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknolojik donanım ve işe yarar yönetişim becerilerine ulaşma… Vasatlığı aşarak gelişmişlik düzlemine ulaşmak için zihinsel gelişmede yeni bir aşamaya geçilmesi gerekir.
Uzmanlaşma nedeniyle disiplinlerarası işbirliklerindeki yapı değişmesi: Bilim ve teknolojideki gelişmelerin ayrıntıya doğru ilerlemesi uzmanlaşmayı artırıyor. Çok farklı disiplinlerin birlikte belli alanlara odaklanması başarılı sonuçlar yaratıyor. Bir toplum vasatlık tuzağına yakalanmak istemiyorsa, bir yandan uzmanlaşmada giderek daha ayrıntıya inmeli, öte yandan da işbirliklerini geliştirerek toplam verimliliği artırmalıdır ki ayakta durabilsin.
Teknolojiye erişilebilirliğin artması ve kalite homojenliği: Çağımızın çok temel özelliklerinden biri de teknolojiye herkesin ulaşabilmesi, insandan görece bağımsızlaşan kalite homojenliği yaratmasıdır. Gelişmiş bir toplumun insanı ile gelişmekte olan toplumun ürettikleri arasında kalite farkının azalması, marka ve imaja bağımlılığı artırmaktadır.
Vasatlık tuzağından kurtulmak istiyorsak, marka ve imaj yaratacak gelişmeyi yakalamak zorundayız. Bu zorluklar bizi uluslararası markalar yaratma hedefine taşır. Ülke imajından beslenen firma ve ürün imajı yaratmadan vasatlık sınırlarının aşılamadığını iyice içselleştirmemiz gerekiyor.
Sınırsız şeffaflığa geçiş ve hesap verilebilirlik: İnsanoğlu kendi eliyle geliştirdiği teknolojinin yaşamın bütün derinliklerini etkilemesi nedeniyle hızla sınırlı şeffaflıktan sınırsız şeffaflığa ilerlenmektedir.
Şeffaflık ,aynı zamanda hesap verebilirlik alanını alabildiğine geliştirmektedir. Vasatlık ilkesiz gizliliğe abanırken, gelişme dışa ve dünyaya açık iş yapma anlamına gelmektedir. Vasatlık, kendini yalıtarak hesap verebilirlikten kaçınma anlamına gelirken, ilerleme yalıtma yerine kapsayıcı olma anlamına gelmektedir.
Kitle iletişimi ve ilgi topluluklarının eğilimleri: Kitle iletişimini kolaylaştıran, yaygınlaştıran ve derinleştiren teknik gelişmeler yeni bir toplumsal kategori yarattı: İlgi toplulukları.
Türkiye’de Gezi Olayı’ndan Mısır’daki protestolara, ABD’deki yaygın ilgi topluluklarından Japonya’daki cemaat örgütlenmelerine, kısa mesaja dayalı iletişimin yarattığı ilgi toplulukları yeni tüketim kalıpları yaratıyor; yeni değerler, beklentiler ve davranışların örgütlenmesini sağlıyor.
Vasatlık, Sanayi Toplumu sınıf algısına saplanıp kalırken, ileri toplum yeni ilgi topluluklarının davranışlarını önemsemek zorunda. Eğer vasatlığı aşarak ileri toplumlar arasına katılmak istiyorsak; üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin yaşam biçimleri ve yaşam tarzlarını etkilemesini yakından izleyip, değişmelere uyum göstermek için gerekli önlemleri almak zorundayız.
Eğitimde esneklik ihtiyacı, proje-odaklı programlar: Teknolojik gelişmelerin hızı ve esnekliği, sistemleri ve süreçleri da hızlandırmıştır. Sanayi Toplumu aşamasının tanımlanmış, kuşatılmış ve kontrol edilebilir yapısını çözerek; çok hızlı değişen bir yeniden yapılanma aşamasına geçilmesini sağladı. Bu yeni oluşumun hızı, bütün ilişkileri simetrik yapıdan, asimetrik yapılara taşıdı.
Yaşadığımız dönemde olay ya da olguların bileşenleri tam olarak belirlenmiş değil. Tanımlanmış, belirlenmiş, kuşatılmış ve oturmuş ilişkiler düzeni kurulamamıştır. Bu yapı, üretim örgütlenmesinin kendi iç ilişkilerini köklü biçimde değiştirmektedir. Üretim sürecinde kaçınılmaz bir ilişki olan endüstri-devlet ilişkileri, özellikle teşvik sistemleri bağlamında netleşmiş stratejiyi merkezine yerleştiren bir “bakış açısını” yerli yerine oturtamamıştır.
Belirsizlik koşulları, insan kaynağının niteliğini de köklü biçimde etkiliyor. Hızlı gelişmelere uyum gösteremeyen eğitim sistemleri, iş dünyasının gerektirdiği nitelikli insanı yeteri kadar arz edemiyor. Böylece, sistem giderek tehlikeli biçimde “vasatlık tuzağına” düşüyor. İş süreçlerinin hızlandığı, işgücü profillerinin değiştirme ihtiyacının had safhaya ulaştığı günümüzde, yeni bir eğitim sistemi oluşturmadan, eğitim kurumlarını işler hale getirmeden vasatlığı aşmak zor.
Çağın ihtiyacına uygun bir değerler sistemine kafa yormayan, bilginin yeterli olmadığı ve anlama derinliğine erişmenin gerektiğini kavramadan, bilgi kuramına sahip oalmayız. İnsan doğasından kalkarak günün gerçeklerine uygun eğitim-öğretim sistemleri kurgulamayan bir toplum vasatlık batağına doğru gider. Hatta, yeni tekniklere uygun öğrenme sistemi çerçeveleri netleşmeyen, yeni araç-gereçlerle uygun aktarma metotları geliştirmeyen, toplum yapısına ilişkin bir uzlaşma zemini bulmayan, fırsat yaratma konusunda bir uygarlık tasavvuru ortaya koymayan bir toplum da vasatlık tuzağından uzak duramaz. Bir ortak akılda uzlaşma sağlanamazsa, vasatlıktan ileri toplum olmaya gidemez. Özellikle de vasatlıktan kurtulmanın eğitim-öğretim bağlamının hayati önemi kavranmalıdır ki, çağı yakalayalım; proje-odaklı programlarla eğitim sistemimizi alternatif tepki biçimleri üretebilen bir düzeye taşıyabilelim.
Kaynak-odaklı üretimden yetenek –odaklı üretime geçiş: Vasat toplum olmaktan ileri toplum aşamasına geçişin bir başka ilişki düzlemi de, kaynak-odaklı üretim aşamasını yetenek odaklı üretim aşamasına taşımaktır. Üretimin emek-sermaye ekseninden, yaratıcı-girişimcilik eksenine kaydığının bilincine ulaşmadan da vasatlık tuzağından kurtulmamız mümkün olmaz. Dünya genelinde, satıcı piyasa egemenliğinin alıcı piyasalar egemenliğine kaydığını kavramadan da vasatlığı aşamayız.
Entelektüel ve sistem kapasitesinin önem kazanması: Çağımızda maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma amacına ulaşmamız için, iki temel bileşen gerekli: Bireylerin entelektüel kapasitelerinin artırılması, aklını bir ideolojiye, bir inanca, yerleşik doğruya, kalıp düşünceye ve ezbere teslim eden bireyler yerine inançtan düşünceye geçmiş bireylere sahip olma…Sorgusuz alkışlayan bireyler yerine, sorgulayarak gerçeği arıyan bireylerin yaygınlaştığı toplumlar vasatlık tuzağına düşmüyor. Sadece bireylerin entelektüel kapasiteleri de yeterli olmuyor; vasatlığı aşmak için düşünce sistemleri, eğitim sistemleri, ticari sistemler, finansal sistemler, bilimsel ve teknolojik sistemler, hukuk sistemleri, yönetim sistemleri ile sosyal, siyasi ve kültürel sistemlerin kapasitelerinin de yeterli olması gerekiyor…Vasatlık, bireylerin entelektüel kapasitesi ile sistem kapasitelerinin birbirini bütünlemesini gerektiriyor. Vasatlık sorunlarını tartışırken, karşılıklı bağımlılıkları belirleyen entelektüel ve sistem kapasitelerinin durumunu göz ardı edersek etkin bir sonuç yaratamayız.
Hakimiyetci rekabet anlayışının egemen olması: Günümüz dünyasında artan, kızışan rekabeti “hakimiyetci rekabet” diye tanımlıyoruz. Bu rekabet anlayışı, rakibinin bütün hatlarına saldır; bütün potansiyellerini yok et, yok edemiyorsan ortak ol algısına dayanıyor.
Hakimiyetci rekabet vasat insana, vasat topluluğa, vasat topluma, vasat işyerine ve vasat kuruma hayat hakkı tanımıyor. Küresel ticarette hakimiyetçi rekabet algısının yaygınlığını dikkate aldığımızda, bu rekabet anlayışının gerektirdiği alternatif tepki stratejilerini geliştirecek donanımlara sahip değilsek, gelişmiş toplum aşamasına da geçemeyiz.
Uyum yeteneğini geliştirmenin koşullarının değişmesi: Süreçler, sistemler ve diğer canlı varlıkların uzun ömürlü olanları, en güçlü olanları olmadığı gibi, en akıllıları da değildir. Uzun ömürlü olanlar, uyum yeteneği yüksek olanlardır. Bu Darwin kuramını doğrulayan sayısız örnek vardır.
Vasatlık tuzağından uzaklaşmak için uyum yeteneğimizi geliştirme üzerine daha çok kafa yormamız gerekiyor. Olayları, olguları, nedenleri, sonuçları, süreçleri kavramadan, hızla değişen iş çevresine uyum gösterebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı, “gösteremeyiz” olacaktır. Gösterebilmek için elimizdeki en etkili araç, analitik yeteneğimizi geliştirerek, hayatin öz gerçeğine yaklaşan varsayımlar üretmektir. Bu varsayımlara uygun zihni modeller oluşturmalıyız ki gelecekle ilgili simülasyonlarla yol haritaları belirleyebilelim; yaratmak istediğimiz sonuca uygun kaynak harcayarak ulaşabilelim.
Ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik ihtiyacı: Hız ve esneklik çağında bütün yapıların çözüldüğünü ve yeniden örüldüğünü yaşayarak öğreniyoruz. Yeni yapılanmada çok belirgin bir gelişme doğrultusu var: Ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının esneklik ve hızını dengeleyen toplumlar hızla hem kendi kaynaklarını hem de dış kaynakları etkin biçimde kullanarak, hızla gelişmiş ülkeler arasına katılabiliyor.
Türkiye çok yaygın bir küçük ölçekli yapıya sahip…Finlandiya ve Güney Kore örneğinde olduğu gibi, sadece çok büyüklerin ekonomiye egemen olduğu bir yapıdan uzak… Bizim vasatlıktan uzaklaşarak gelişmişler arasına katılmamız için hızla küresel pazarlara erişebilirliği olan ve ölçek ekonomisi nimetlerinden yararlanan “piyasa yapıcısı kuruluş” sayısını artırmamız; küçük ve orta ölçeğin esnekliklerinden de sonuna kadar yararlanmamız gerekiyor.
Vasatlıktan kurtulabilmemiz için eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini öngörmek kadar, kendi olanak ve kısıtlarımızı nesnel biçimde tanımlamış olmak da gerekir. Şimdi güncel görev, fırsat ve tehlikeler ile kendi olanak ve kısıtlarımız arasında denge kurarak ilerleme olmalıdır.
Rekabet edebilir teknoloji ve yönetişim anlayışı: Sadece yapıları oluşturmamız yeterli olmaz, o yapıların içine hayat doldurarak vasatlığı aşabiliriz. Yapılara hayat kazandırabilmemiz uygun işgücü kadar uygun teknoloji de gerektirir. Uygun yapılar, uygun işgücü, uygun teknoloji vasatlığı aşmanın bileşenleridir ama, eksiklidir; onları yeterli bir “yönetişim anlayışı” ile pekiştirmemiz de gerekir.
Analitik 1.0 den Analitik 2.0’e ve Analitik 3.0 yöneliş: Çağımızı yönlendiren karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin ulaştığı son nokta analitik ihtiyacıdır. Yaygın biçimde tartışıldığı gibi, bir toplumun kuruluş ve kurumları “alışkanlıktan analize geçmiş” ise, insanlar iş yaparken verileri derliyor; analiz ediyor, verilerin nesnel göstergelerine dayalı karar üretiyorsa “analitik 1.0 aşamasını” içselleştirmiştir.
Dönüp küresel piyasalara baktığımızda, birçok toplumun “analitik 2.0” aşamasına geçtiklerini gözlüyoruz. Bilgi teknolojilerinin yarattığı “büyük veri” günümüzün yadsınamaz bir gerçeği. Büyük veri bize veriye ulaşma fırsatları yaratıyor ama, uygun yöntemlerle verileri kirlikten ve sapmalardan ayıklamazsak, veriyi enformasyona ve enformasyonu bilgiye dönüştürmemiz ,bilgiye de sezgilerimizi katarak işimizi kolaylaştıran “anlama derinliğine” ulaştırmamız mümkün olmuyor. Bütün bu işlemleri “ Büyük Verinin Ehlileştirilmesi Süreci” olarak tanımlıyoruz. Bireyler, kuruluşlar ve kurumları olarak, analizle yönetim aşaması olan “Analitik 1.0” ı aşarak, “Analitik 2.0”aşamasına geçememişsek, vasatlığı aşamayız… “Analitik 3.0” ise bilgileri ürünler içine sindirerek, rakiplerimizden bir adım öne geçen ve farklılık yaratan bir noktaya ulaşma olarak açıklanıyor.
Vasatlık tuzağından uzaklaşma için bir çerçeve oluşturmaya yönelik bu denemede, iş çevresinin “rakip stratejileri” bileşenini de dikkatle analiz etmeliyiz. Rakipler hakkında net bilgi sahibi olmalıyız ki, hangi yönlerimizin vasat kaldığını, yetkinliklerimizin neler olduğunu net biçimde ortaya koyabilelim.
Görev alanı ve konumlanma
Vasatlık aşamasından gelişmişlik aşamasına geçebilmemiz için görev alanı seçimi ve konumlanma da önemlidir. İş konumuzu yükselen alanda seçebileceğimiz gibi, olgunlaşmış bir piyasada “niş pazarlara” yönelik seçimle de başarılı olabiliriz. Görev alanının belirlenmesi, fırsat ve tehlikelerin analizi, olanak ve kısıtların dinamik bir envanterle izlenmesi de günümüz rekabetinde kaçınılmaz görevler olarak karşımıza çıkıyor.
Her iş yerinin kendisi için belirlediği özgül bir görev alanı vardır; bu görev alanında başarılı olabilmek için, birikim, bilinç düzeyi ve bakış açısı, buluş yeteneği, beklenti yoğunluğu ve bereket üretilme düzeyi de önemlidir.
Görev alanı ve konumlanma üzerine yapacağımız analizler, bizi ister istemez “çekirdek yetkinlikleri analiz etme” noktasına taşır.
Çekirdek yetkinlikler
Claudio Fernandez Araoz’un tasnifini esas alırsak, “çekirdek yetkinlikleri” iki kategoride ele alabiliriz: “Temel yetkinlikler” ve “ ikincil yetkinlikler”
Vasatlığı aşmamız için, temel yetkinlikler olan “ öz farkındalık”, “kendini yönetme”, “toplumsal farkındalık” , “ilişki yönetimi ve sosyal beceriler” alanlarında derinlik bilgisi kadar, yaygın eğitime ihtiyaç var. İkincil yetkinlikler olarak tanımlanan “ ticari-odaklılık”, “ değişim liderliği”, “ örgütsel becerileri geliştirme”, “müşteri odaklılık” ve “piyasa bilgisi düzeyi” hakkında da gerekli bilgilere sahip olmak kadar, bilgileri içselleştirerek, ilim sahibi olmak kadar irfan sahibi olmaya yönelmek hayati önem taşıyor.