Varsayımlar çürük olursa!..
Son haftalarda finansal piyasalarda oluşan eğilimlere bakarak 2010 genelinde durumun daha da iyiye gidebileceğini düşünmek pek gerçekçi görünmüyor. Zira yaşananlar, mali sektör ve kamu kesiminin krizden hiç ders almadığını ve günü kurtarma pahasına sorunları ağırlaştıran uygulamalardan vazgeçmediğini gösteriyor. Belli ki rekabet gücü kaybını ve yarattığı sorunları ya önemsiz görüyor ya da çok önemli olduğunu bildikleri halde kendi konumlarını korumak ve borç verenlerin yüklediği misyonu sürdürmek adına hesaba katmamakta ısarr ediyorlar. Bu aymazlığın ekonomik daralmanın hızlanması, işsizliğin artması ve devamında maliyet kökenli enflasyonun belirleyici olmaya başlaması, bütçe açığındaki olumsuzluğun kronikleşmesi, sorunlu kredilerin geometrik bir hızla artması gibi sonuçlar üreteceğini herkes yaşayarak öğrenecek.
Tekel işçilerinin Ankara'daki eylemi, Eczacılar Birliği ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasındaki büyüyen gerginlik veya son yapılan zamların ortak yönü maliye politikasıdır. Bu tablo geniş kesimler ile kamu yönetimi ve mali sektörün karşı karşıya gelmesidir ve eski yaklaşımlarda ısrar edildiği için sonucun istikrarsızlıktan başka bir şey olması pek mümkün değildir. Finansal piyasalar hem maliye politikasının sıkılaşabileceğini ve bütçe disiplininin tesis edilebileceği, hem de azalan kullanılabilir gelire rağmen sorunlu kredilerde ciddi bir artış olmadan iç talebin harekete geçebileceğini varsayıyor. Bu iki konunun birbiri ile çeliştiğini, her ikisinin aynı anda gerçekleşmesinin imkansız olduğunu, her iki varsayımında çıkması olasılığının oldukça yüksek olduğunu düşünmek bile istemiyo. Normalde orta vadeli bir bakış açısı ile sürdürülebilirlik aşaması gereken mali sektör ve kamu kesiminin kısa vadeli spekülatif bir yaklaşımla beklentileri yönlendirerek günü kurtarmaya çalışması, ne serbest piyasa, ne de demokrasi açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
Esas tuhaflık ise para politikası cephesinde yaşanmaktadır; hem para politikası iyice gevşetilmiş, hem de reel faizler sıfır düzeyine indirilmiş, başka bir deyişle günün kurtarılmasına destek verilirken orta vadeli istikrar şansı iyice azalmış ve geleceğimiz üzerindeki ipotek hesapsızca büyütülmüştür. Maliyet kökenli enflasyon baskısı tümüyle ihmal edilmiş, mali disiplin tavsiye edilerek konu gündemden uzak tutulmaya çalışılmıştır. Küresel krize bağlı olarak bir kereye mahsus bir enflasyon artışı olabileceği dile getirilmiş ve mali sektöre endişe etmeyin denerek sakin olmaları tavsiye edilmiştir. Onlar da mesajı almış, mali disiplin tesis olacak varsayımı ile maliyet kökenli enflasyon baskısını hafifletlek üzere Türk Lirası'nı değerlendirmeye çalışmış ve olumsuzlukları görmezden gelme ve sermaye piyasalarını biraz daha şişirme yönünde tavır almışlardır.
Şahsen iç ve dış faktörler nedeniyle mali disiplinin tesis edilemeyeceğini ve devamında maliyet kökenli enflasyonun hızlanacağını düşünmüyorum. Küresel düzeyde zorunlu ihtiyaç maddesi fiyatları artıyor ve diğer mal ve hizmetlere yönelik talep ile borç ödeme yeteneğini daraltıyor. Bu durum geniş kesimlerin faizlere, vergi oranlarına ve yapay beklentilere olan hassasiyetini sınırlıyor. Ayrıca uzun süredir aldatılan insanlar duyduklarına değil, çevresinde gördüklerine itibar ediyor, başka bir deyişle uyanmaya başlıyor. Diğer mal ve hizmetlere yönelik talebin daralması ise ekonomide yaşanan daralmada yeni etapların önünü açıyor. İşsizlik artıyor, bütçe gelirleri azalırken kamu finansman ihtiyacı artıyor, bu durum özel sektördeki yatırım eğilimini de olumsuz yönde etkiliyor. Riskten kaçınma eğiliminin yeniden artması gündeme geliyor ki, Türkiye gibi tasarruf açığı olan ekonomiler için maliyet kökenli ek bir enflasyon baskısı yaratıyor. IMF ile anlaşılması da kısa vadeden öteye pek bir işe yaramıyor.
Türkiye ekonomisine baktığımızda özel tüketimin hem milli gelir içinde, hem de bütçe gelirleri içinde çok özel bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda stok ve akım olarak ciddi bir tasarruf açığının olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Kolay borç alınıp, özel tüketim ve yatırımda aşırıya kaçıldığı zaman ekonomi büyüyormuş, artan vergi gelirleri sayesinde mali disiplin tesis edilmiş gibi görünüyor. Fakat özel tüketim ve yatırım ya kaynak bulunamadığı ya da olumsuz beklentiler nedeniyle daraldığında, Türkiye ekonomisi de daralıyor. Bütçe açığı yeni rekorlar kırıyor, borçlar kamus olurken, maliyet kökenli enflasyon da kapıyı çalıyor.
Mevcut politikalar sürdürülebilir olmayan bu duruma bağımlılığı artırırken, yapısal sorunları ağırlaştırıyor.
2010 yılının ilk yarısında iç talep zayıf kalacak ve bütçe açığı ile sorunlu kredi hacmi öngörülen düzeylerin üzerine çıkacak. Yine aynı dönemde sepet bazında Türk Lirası'nın değişmese bile talep değil, maliyet kökenli enflasyon kendini hissettirecek; iç talebi ve yerli üretimin rekabet gücünü olumsuz yönde etkileyecek. Negatif reel faizlerle risk almak da pek akıl işi olmayacak; bu faizlere rağmen tüketim ve yatırım talebi daralıyorsa durum değiştiğinde ne olur diye düşünenler etkili ve yetkili çevrelerin yönlendirmesine pek itibar etmeyecek. Yaşanan olumsuzlukların sebebi olarak farklı unsurlar ön plana çıksa bile sonuç değişmeyecek.
Geniş kesimlerin durumunu görmezden gelmenin faturası çok ağır olacak! Çok geç olacak ama her şey değişecek...
Kendini küreselci olarak tanımlayanlar son darbeyi maliyet kökenli enflasyondan yiyecek, merkez bankalarının reaktif tavrı onları rahatlatamayacak...