Varlık barışı için şartlar değişti mi?...
Yine ekonomi dışı ve olağanüstü derecede önemli bir gündem maddesi: Geçtiğimiz 15 Temmuz akşamı yapılan darbe girişimi.
27 Mayıs 1960 ihtilalini ilkokul birinci sınıfta ve ailesi üzerinde travma boyutunda ağır baskıyla yaşayan, 12 Mart 1971 muhtırasında büyük şehir yaşamını anlama çabası içerisinde üniversitenin birinci sınıfını okuyan, 12 Eylül 1980 ihtilalini Maliye Bakanlığı’nda Hesap uzmanı olarak yaptığı siyasi amaçlı incelemelerinde bizzat hisseden, 28 Şubat 1997 muhtırasında Hazine’de üst düzey görev yürüten, en son geçtiğimiz haftaki darbe girişimini bomba sesleri ve uçak gürültüleri arasında geçiren birisiyim.
Normal bir ülkede insan ömründe bir defa rastlayamayacağı ve hatta birkaç nesil boyu kimsenin karşılaşamayacağı ihtilalleri veya darbeleri 5 kez yaşayanım.
Bizzat ailesinde, eğitiminde, işinde yaşayan birisi olarak şiddetle ve nefretle darbeleri lanetliyorum.
Bu başlangıçtaki parantezden sonra yazımızın başlığına geçmek istiyorum.
Malum, Hükümetin torba kanun geleneği devam ediyor.
Hükümet, 23.6.2016 tarihli Başbakanlık yazısıyla TBMM’ne başvurarak 77 maddelik “Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nı sundu. Tasarı çok hızlı bir şekilde tali komisyonlardan ve Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçti.
Geçtiğimiz perşembe gecesi de Meclis Genel Kurulu bu tasarıyı onayladı.
Her torba kanunda olduğu gibi bu torbada da 19 kanunda değişiklik yapıldı.
Torbada yer alan en önemli düzenlemelerden birisi tasarının geçici 2. maddesiydi.
Bu madde kamuoyunun ifadesiyle “Varlık Barışı” olarak adlandırılıyordu. Torba Kanunu’nun Meclis Genel Kurulu’ndaki gece görüşmeleri sırasında iktidar ve muhalefetin ortak iradesiyle bu madde son anda tasarıdan çıkarılmıştı.
Ancak; Maliye Bakanı, tasarıdan çıkarılan bu maddenin en yakın zamanda (kendi ifadesiyle bir hafta içerisinde) yeniden Meclis’e gönderileceğini hemen açıklamıştı.
Maddenin özü şuydu:
Gerçek ve tüzel kişilerin; yurt dışındaki para, döviz, altın ve menkul kıymetlerini 31 Aralık 2016 tarihine kadar Türkiye’ye getirip bankalara ve aracı kurumlara beyan etmeleri ve alacakları ile taşınmazlarını da ayni tarihe kadar vergi dairelerine bildirmeleri halinde bunlardan herhangi bir vergi alınmayacağı gibi vergi incelemesi de olmayacak.
Bu varlıkların beyanı ile çeşitli kanunlara ilişkin inceleme, soruşturma ve kovuşturma yapılmayacak (MASAK açısından yapılacak incelemeler hariç).
Bu varlıklar, Türkiye’ye bile getirilmeden Türkiye’deki kayıtlarda bulunan dış borçların ödemesinde kullanılabilecek.
Dileyenler bu varlıkları başkalarının adına getirebilecek.
Bu düzenlemenin gerekçesi de “söz konusu varlıkların “milli ekonomiye kazandırılması” şeklinde kısaca özetlenmişti.
Ancak; başta vergiciler olmak üzere, ekonomistler, finans çevreleri ve siyasiler böyle bir düzenlemenin mantığını çok iyi anlamamıştı. Amaç, yurt dışındaki varlıkların milli ekonomiye kazandırılması ise, niye bu varlıkların geldiği gibi gitmesinin önü açıktı.
Daha birçok teknik ve hatta siyasi gerekçelerle bu düzenleme eleştirilmişti.
Şimdi şartlar değişti. Ülkemiz çok ciddi bir darbe teşebbüsünü yaşadı. Bunun artçı sarsıntılarının devam edeceği endişesini Hükümet de dile getiriyor.
Bu sarsıntının daha dış boyutu gündeme gelmiş değil. Derecelendirme kuruluşları yavaştan sinyal vermeye başladılar bile. Türkiye’nin ülke notunu gözden geçirme her halükarda gündeme gelecek.
Bu durumda yabancı yatırımcıların kararı ne olacak? Yabancıların Türk finans piyasalarındaki iştahı devam edecek mi? Özellikle ülkemiz için hayati önemde olan doğrudan yatırımlar yapılacak mı?
Kısacası Türkiye’ye yakın tarihte para gelecek mi?...
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki para, öncelikle güvenli bulduğu yere gider; sonra da yüksek getirisi olan yeri seçer.
Bu noktada, yabancıların Türkiye’ye para getirmesi kadar, yerlilerin Türkiye’den para çıkarmaması da önem taşıyor.
Dolayısıyla politik, psikolojik, ekonomik ve hatta hukuki şartlar oluşmadan “varlık barışı” konusunu bu haliyle gündeme getirmemek gerekir.